Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Eylül 2011 Salı

"Son Melodi" Bölüm 17

-17-

Özgür ve Ece, Sevgi’nin evinin önünde dikilmiş, boş gözlerle kapıya bakıyorlardı. Özgür’ün somurtkan yüzüne kanmayan Ece derin bir nefes aldı ve kapıyı çaldı. Birkaç saniye geçmişti ki Sevgi kapıyı açtı. Yüzündeki gülümseme Özgür’ü görür görmez kayboldu.
            “Oğlum, bir şey mi oldu?”
            Özgür cevap vermedi. Donuk bir şekilde annesini öptü ve salona doğru yürümeye başladı. Sevgi merakla Ece’ye döndü. Cevaplar Ece’deydi ve onunla paylaşmalıydı.
“Bugün iş görüşmesi vardı. Sanırım kötü geçmiş, onun da morali bozulmuş. Ne olduğunu da anlatmıyor. Sorunca, kimseyle konuşmak istemediğini söylüyor.”
            Sevgi üzüntüyle iç geçirdi.
“Ya! Neyse, daha ilk görüşmeden iş kapacağını beklemiyordu herhalde. Yemekte onun moralini yerine getiririz. Hadi, sofra hazır.”
Ece başını onaylarcasına salladı ve iki kadın salona girdiler. Özgür çoktan yemek masasındaki yerini almış, kadehine şarabı doldurup içmeye başlamıştı. Bunu gören Sevgi bir hışımla uzandı ve oğlunun elinden kadehi aldı.
“Aaa! Önce ağzına bir iki lokma at da öyle içmeye başla.”
Özgür hiç tepki vermeden annesinden kadehini geri aldı ve bir büyük yudum daha içti.
“Oğlum söylesene ne oldu. Bizi endişelendiriyorsun.”
“Yok bir şey anne. Bu konuyu konuşmak istemiyorum. Balayı, iş görüşmesi derken henüz yeni düzenime alışamadım. Hayat “jetlag”i oldum denilebilir.”
Herkes tabaklarını masadaki tepsiden ikişer dilim börekle doldurduktan sonra çatal bıçak sesinden başka ses çıkmadı bir süre. Sessizlik Ece’nin hapşırması sayesinde bozuldu. Sevgi de konuşmak için fırsat kolluyormuş gibi atıldı hemen.
“Çok yaşa.”
“Siz de görün.”
Söylenecek şeyler bitmişti yine. Ama bitmemeliydi.
“Böyle giderse nüfus patlamasının sebebi ben olacağım zaten.”
Ece, sırf konuşuyor olmak için konuştuğunda hep saçmalardı zaten. Bir istisna yaratmadığına şaşırmayarak Sevgi ve Özgür’ün şüpheli bakışlarına göğüs gerdi.
“Hani çok hapşırıyorum ya.”
            Saçmalık kuyusu biraz daha derinleşmek üzereydi.                                                          
“Hani insanlar bana çok yaşa diyorlar.”
Daha derin, daha karanlık, daha içinden çıkılmaz.
“Ben de herkese ‘Siz de görün,’ diyorum. Ben çok yaşayınca ikide bir bana çok yaşa diyenler de ölmeyecek demek oluyor.
Soğuk, dipsiz.
“Neyse…”
            İşkenceyi daha da devam ettiremeyeceğini anlayan Ece suç ortağı olması gereken Sevgi’den de destek gelmeyince pes etti ve sessizliğin yeniden hakimiyeti ele geçirmesi uzun sürmedi.
            Herkes yemeğini bitirmişti ki Sevgi’nin daha fazla susmaya gücü kalmadı.
“Aman Özgür! Siz daha yeni evlisiniz. Öyle ha diye düzen kurulur muymuş? Önce biraz sürüneceksiniz elbet. İşin zevki burada. Öyle değil mi Ece?”
            Suç ortağı yeniden oyuna başlamak istiyordu demek.
“Tabii. Acı olmadan mutluluk da olmaz. Yani, onca şarkı bunu söylüyorsa doğru olmalı.”
“Ya, küçüktün büyüdün. Gördün hayat aslında bilgisayar oyunları ve filmlerden ibaret değil.  Nasılmış Özgür Bey? Zor mu geldi?”
Özgür’ün yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirmeyi başarmışlardı.
“Şimdi senin evliliğinin tadını çıkarman lazım. Sözüm meclisten dışarı ama ilk günler kadar tatlısı da yoktur hani. Gerçi siz gençler daha evlenmeden birlikte yaşamaya falan başlıyorsunuz, ama benim zamanımda… İki üç yıl önce yani… Biz evlendiğimiz kişiyi düğün gecesi tanırdık genelde.”
Özgür’ün hafif gülümsemesi yerini hınzır bir kahkahaya bıraktı.
“Sadece o açıdan değil. Huyunu suyunu da pek bilmezdik biz karşımızdakinin. İlk bir ay eşinin huylarını, alışkanlıklarını ve kötü yönlerini keşfetmekle geçerdi. Her şeyi ortaya çıkarmak için vakit harcar, çok geçmeden sanki yıllardır tanışıyor kıvamına gelirdik.”
“Aman! Sanki bir Indiana Jones macerası anlatıyorsun. Alt tarafı bir insan tanıyorsun.”
“Öyle deme. Bu ne kadar zor bir şeydir bir bilsen! Zaten işin zorluğunu kabul edip mücadeleye girişsen her şey çok güzel olacak ya, neyse şimdi seni bu zor gününde fazla sıkıştırmayalım.”
Sessizce anne oğul arasındaki konuşmayı dinleyen Ece aklındaki bir soruyu aradan çıkarmak için kaçırılmayacak bir fırsat yakaladığını düşündü.
“Siz neden bir daha evlenmediniz anne?”
            Ece’nin sorusundaki münasebetsizliği yüzüne vurmayacak şekilde ses tonunu ayarlayan Sevgi elinden geldiğince dürüst konuştu.
“Deli misin kızım? Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. Özgür’ün babası iyiydi hoştu ama, zor bir adamdı. Ondan sonra, ben de tüm bezlerimi o taraktan çektim, mutlu mesut solo kariyerime devam ettim.”
Ece de özür diler bir ses tonu takındı. Sevgi’yi zor durumda bırakmak gibi bir amacı yoktu.
“Anlıyorum.”
“Ne demek babam zor bir adamdı? Ölmese bir iki seneye kalmaz tekmeyi basardım mı demeye getiriyorsun işi?”
“Hoppala! Ben ne dedim sen ne anladın şimdi! Yaşamadığım bir şey için yorum yapamam, kusura bakma.”           
“Ece, ben de zor bir adam mıyım?”
Ece, söyleyeceği şeyin etkisini hafifletir ümidiyle kocasının elini tuttu.
“Eh, biraz babana çektiğin söylenebilir sanırım.”
“Ya, demek öyle. İzninizle, ben ellerimi yıkayıp geliyorum.”
Sevgi oğlunun gidişini izledikten sonra Ece’ye döndü.
“Beyimiz eleştirilmeye görsün, anında mekanı terk eder.”
“Olsun, farkında mısınız bilmiyorum ama babası hakkında ilk defa bir şeyler söyledi. Bu da bir gelişme sayılır.”
            Sevgi de bu gelişmenin farkındaydı. Sevinmesi mi üzülmesi mi gerektiğine karar vermemişti. Özgür odaya döndüğünde Ece onun oturmasına fırsat vermeden ayağa kalktı.
“Hayatım, artık gidelim mi. Anneciğim, kusura bakmayın. Yarın sabah erkenden toplantım var. Bir an önce yatıp dinlensem iyi olacak.”
“Ne kusuru? Sen dinlen tabii. Sen de çalışmazsan aç kalacaksınız zaten.”           
Özgür sinirle annesine baktı ve hızla önden yürümeye başladı. Sevgi arkasından gülerek seslendi.
“Şaka yapmıştım!”
Özgür hışımla evden çıktı. Kafasını kaldırıp yolun karşısına baktığında kaldırımda oturan bir adamın gözlerinin üzerinde olduğunu gördü. Adam onu fark edince ayağa kalktı ve arkasına bile bakmadan uzaklaştı. Özgür onun gidişini anlam veremeden seyrederken Sevgi ve Ece yanına geldi. Ece annesini öptükten sonra Özgür de onunla vedalaştı ve arabaya binip yola koyuldular. Özgür, az önceki adamın yanından geçerken dönüp onu iyice inceledi. Şaşkın bir şekilde önüne döndüğünde Ece’nin “Bir sorun mu var?” sorusuna sessiz kalmayı seçti. Aklından geçeni tam olarak o da kestiremiyordu.

23 Eylül 2011 Cuma

"Son Melodi" Bölüm 16

-16-

Özgür, bekleme salonunda, sekreter masasının tam karşısındaki koltukta oturmuş, görüşmesinin başlamasını bekliyordu. Giydiği takım elbiseyle kendisini çok yakışıklı ve iyi hissediyordu. Yine de gerginlik tüm hissiyatlarının üzerinde etki gösteriyordu. Özgür elleriyle oynuyordu, arada bir de dayanamayıp tırnaklarını kemiriyordu. Başını kaldırıp sekreter masasının üzerindeki saate baktı. O sırada sekreterle göz göze geldi ve tedirgin bir şekilde gülümsedi. Sekreter de benzer bir gülümsemeyle karşılık verdi. Özgür tavandaki karoları saymaya koyulmuştu ki Aslı gelip yanına oturdu.
“Çok heyecanlı olmalısın.”
Özgür bıkkın bir yüz ifadesiyle dönüp Aslı’ya baktı. Derin bir nefes aldı ve sakinliğini koruyarak cevap verdi.
“Hayır, değilim.”
            Özgür’ün kendisiyle konuştuğunu zanneden sekreter başını bilgisayardan kaldırıp ona baktı.
            “Bir su alabilir miyim diyecektim de.”
            Sekreter elinde su bardağıyla mutfaktan döndüğünde Özgür cep telefonunda Aslı’yla konuşuyordu.
“Bana destek olmaya gelmen büyük incelik. Çok düşüncelisin. Ama gerçekten ihtiyacım yok. Şimdi gidebilirsin. Bir daha gelmemek üzere.”
“Neden benim gitmemi bu kadar çok istiyorsun? Bu kadar mücadelenin sebebi ne?”
            Özgür kızgınlıkla Aslı’ya döndü ve gözlerinin içine baktı. Telefon hala kulağındaydı.
“Şaka mı yapıyorsun? Senin burada olman benim yeniden delirdiğimi gösterir. Tam her şey yoluna girmişken hayatıma yeni bir heyecan mı gelsin istiyorsun, anlamadım ki?”
“Yeniden delirdiğini mi gösterir?”
“Kötü bir Tayfun Güneyer senaryosu gibi her söylediğim lafı bir soru cümlesine çevirmesene.”
“Her söylediğin lafı bir soru cümlesine çevirmeyeyim mi?”
Özgür kızgınlıkla telefonu cebine geri koydu.
“Tamam, tamam kızma. Kusura bakma ama bu delilik safsatalarını dinlemeye zaten pek meraklı değilim.”
            Aslı’yı duymazdan gelmeye çalışan Özgür’ün bu çalışması kendisinden bekleneceği üzere çok uzun soluklu olmadı. Cep telefonu yeniden kulağındaydı.
“Bak sen!”
“Sana göre delilik grip gibi geçen, sonra arada bir seni yeniden yoklayan bir hastalık mı? Ben de geri döndüğümde senin, aldığın eğitim sayesinde değişmiş olacağını umuyordum. Ne kadar aptalmışım! Hala yaşantını aynı yüzeysel toplumsal kurallar üzerinden yürütüyorsun.”
“Bakıyorum sen de görüşmeyeli filozof olup çıkmışsın. Yüzeysel müzeysel fark etmez. Hiçbir toplumda benim durumumun normal karşılanacağını zannetmiyorum. Karşılansa bile ben hayatımı böyle sürdürmek istemiyorum zaten. İpleri elime aldığımı sanıyordum. Sizden tamamen kurtulduğumu düşünüyordum.”
“Demek ki bizi başından atacak kadar güçlü değilmişsin. Ne yazık. Ama şanslısın ki hasta olacak adamın doktoru ayağına geldi. Doğru mu söyledim bu lafı acaba? Tarkan şarkısında duymuştum sanırım bu atasözünü.”
“Öyle mi? O kadar çok atasözü kullanıyor ki eminim atasözleri ve deyimler sözlüğünde bu da karşısına çıkmıştır. Ne yazık ki sana bu konuda yardımcı olamayacağım. Ama müzikten kopmadığını görmek güzel.”
“Tabii, ne sandın? Ne diyordum? Ha! Tam yerindeyiz diyordum. İstersen iş görüşmesine girdiğinde kendi durumundan bahset ve kendine bir hasta randevusu al. Profesyonel yardım işini görecektir.”
“Hayır, almayayım. Düşündüğün için sağ ol.”
“Neden sorunlarını başkasıyla tartışmak seni bu kadar korkutuyor?”
“Bir duvara konuşmanın saatine 75 dolar vermek bana otoban soygunu gibi geliyor.”
“Ama bazen de fıstık gibi olur. Hem o duvar sonrasında sana çok yardımcı olur. Bunu senin daha iyi biliyor olman lazım. Sonuçta yakında insanlar sana bu parayı onları dinleyesin ve yardımcı olasın diye vermeye başlayacaklar.”
“Umarım.”
            Sekreter Özgür’ün yanına gelmiş, konuşmasını bölmeden dikkatini çekmeye çalışıyordu.
“Gitmem lazım. Hoşça kal. Birkaç sene sonra yeniden görüşelim,” diyerek telefonu kapayan Özgür sekretere döndü. 
“Affedersiniz, ama Özkan Bey sizi bekliyor.”
            Özgür ayağa kalktı, sekretere teşekkür etti ve görüşmenin gerçekleşeceği odaya doğru yürümeye başladı. Bir ara arkasına dönüp Aslı’ya baktı. Aslı iki elini yumruk yapmış, baş parmaklarını havaya kaldırmış, kocaman bir gülümsemeyle Özgür’e cesaret vermeye çabalıyordu. Özgür acı bir gülümsemeyle Özkan’ın odasına girdi. Tokalaştıktan sonra Özkan’ın masasının karşısındaki sandalyeye oturdu.
“İyi günler…”
“Özgür.”
“Özgür Bey.”
“İyi günler.”
“Nasılsınız?”
“İyiyim, teşekkür ederim.”
“Bildiğiniz gibi kliniğimize yeni psikologlar arıyoruz. Son zamanlarda inanır mısınız hastalarımıza doktor yetiştirmeye zorlanıyoruz. Türkiye’de artık insanlar sorunlarını bir profesyonele anlatmak konusunda çok açık davranıyorlar. Eski çekinceler silindi gitti gibi.”
“Öyle de olması gerek zaten.”
“Evet, bence de. Yaşamımıza sağlıklı ve mutlu bir şekilde devam etmek istiyorsak içimizdekileri dökebileceğimiz ve yüzde yüz güvenebileceğimiz biri olmalı. Bu durumda bize çok iş düşüyor. İnsanların nasıl sorunları var bir bilseniz. Geceleri rüyasında konuşandan tutun, altını ıslatanına; mevsim değişimini bahane edip yılın on bir ayını depresyonda geçirenden tutun ikide bir intihar etmeye çalışanına; seks bağımlısından tutun eşcinseline… Hepsi sorunlarına çare bulmak için bize başvuruyor.”
            Özgür gülerek kaşlarını çattı.
“Eşcinselliğe karşı bir tedaviniz mi var? Desenize ülkemizi derinden sarsması muhtemel bir hastalığın çaresini buldunuz. Acaba nedir, nedir?” 
            Özkan, Özgür’ün bu çıkışından rahatsız olmuştu. Boğazını temizledi.
“Eşcinselliğin bir hastalık olduğunu söylemek istememiştim. Ama evet, durumlarından memnun olmayan erkekler, ve elbette ki kadınlar da, bizi ziyarete geliyorlar. Özellikle Türkiye gibi bir toplumda durumlarıyla mücadele etmek hiç de kolay değil.”
            Özgür gülümsemesindeki samimiyetsizliği silmeye çalışsa da başaramadı.
“Tahmin ederim!”
“Neyse, kısmet olursa bu konuları daha çok konuşuruz zaten. Bizden beklentilerinizi sormadan önce izin verin önce ben sizden beklediklerimizi anlatayım. Hastalarımız seçkin insanlardır. Tabii ki sizinle paylaştıkları her şey dosyalarınızda bir sır olarak kalacaktır. Elinizdeki bilgileri güç yüzüğü olarak düşünebilirsiniz. Sizden de Frodo kadar sorumluluk sahibi olmanız beklenecektir.”
Özgür, Yüzüklerin Efendisi referanslarını günlük konuşmasına yamamış bir patronu olacağı ihtimalinden çok hoşlandı.
“Hastalarınıza ilaç tavsiye etmekten asla çekinmeyin. Anti-depresanlar kendilerini iyi hissetmelerini sağlıyor. Onlar iyi hissederse, biz de duygusal olarak kendimizi iyi hissederiz. Bilmem anlatabildim mi?”
“Emin olun anlatabildiniz. Bunu iş görüşmesi esnasında söylemem belki yanlış ama ben ilaç kullanımına karşıyım.”
Özkan bu duruma çok şaşırmıştı.
“Nasıl yani?”
“Çok zorunlu kalmadıkça insanları bir maddeye bağımlı kılmanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Sonuçta hepsinin öyle ya da böyle bir yan etkisi var.”
Özkan’ın çatılan kaşları Özgür’ü telaşlandırdı.
“Niye bu kadar şaşırdınız anlamadım. Siz bir de annemi görseniz. Bütün ilaçların sahte olduğunu iddia eder. Hepsinin yağ, un ve şekerden yapıldığını söyler durur. Ben de ona hep madem ellerinde bu malzemeler var, helva yapsalar ya derim.”
            Esprisinin Özkan’ın yüzünde tek bir kas bile oynatmadığını fark eden Özgür ciddileşmeye çalıştı. Ama ciddi Özgür olarak bir cümle bile kurmaya fırsatı olmadı. Özkan yüzünde sahte bir gülümseme, ayağa kalktı ve elini Özgür’e uzattı.
“Görüşmeye geldiğiniz için teşekkür ederim. Ben ortağımla da görüşüp size haber vereceğim.”
Özgür adamın elini sıktı, gülümsedi ve arkasını dönerek odadan çıktı.
“Telefonumun çalmasını sabırsızlıkla bekliyorum.”
Sıkıntıyla üfledi, sekreteri başıyla selamladı ve oraya bir daha dönmeyeceğini bilerek orayı terk etti. 

19 Eylül 2011 Pazartesi

"Son Melodi" Bölüm 15

-15-

Ece kahvaltıyı hazırlamaktaydı. Mutfak masasının üzerinde iki tabak, kahvaltılıklar ve iki çay fincanı vardı. Ece ocakta omlet pişirirken Özgür uykulu bir halde, üzerinde pijamalarla, mutfağa girdi. Onun geldiğini gören Ece gülümsedi ve kocasını öptü. Özgür’ün bakışları masaya takıldı.
“Ne kadar aç olduğumu anlatamam.”
“Uçakta bir şeyler yemezsen olacağı bu. Gerçi sen bir haftalık balayımız süresince de pek bir şey yemedin.”
“Ne yapayım? Hiçbir şeyin tadını beğenmedim işte.”
“Senin şu yemek seçmelerinden çekeceğim var belli ki.”
“İyi günde, kötü günde diye yemin ettikten sonra yemek pişirmenin lafı mı olur? Yapıverirsin her akşam bir şeyler. Bir akşam su böreği, bir akşam ev mantısı, bir akşam yaprak sarma…”
“Hem şişmanlamak hem de boşanmak istiyorsun galiba.”
“Tamam canım! Arada bir ben de menemen falan yaparım. Hayat müşterek sonuçta.”
Ece, tavayı ocaktan aldı ve omleti sofradaki iki tabağa bölüştürdü. Bu arada Özgür’de sofradaki yerini almıştı, bir dilim ekmeğe yağ sürmekteydi. Ece de karşısına oturdu. Özgür birden ayağa kalktı.
“Üşüdüm, üzerime bir hırka alıp geleyim.”
Ece kahvaltısına devam ederken Özgür mutfaktan çıktı ve yatak odasına gitti. Odaya girer girmez gözü yatağın üzerine uzanmış olan Aslı’ya takıldı. Aslı’nın yüzünde sinsi bir gülümseme vardı.
“Kusura bakma. Bir ev hediyesi almadan elim boş geldim. Bir dahaki sefere artık.”
Özgür onu duymazdan geldi. Derin bir nefes aldı ve arkasını dönerek gardırobu açtı. Askıdaki birkaç gömlek arasından kendine bir hırka bulmaya çalıştı ama bulamadı. Bu sırada Aslı onu izliyordu. Özgür, biraz bakındıktan sonra sert bir hareketle gardırobun kapağını kapattı ve Aslı’ya döndü. Sesini kontrol etmekte çok zorlanıyordu.
“Neden?”
“Ne neden?”
            Kontrolü biraz kaybedince, sesi yükseldi.
“Neden geri geldin?”
“Dört buçuk sene sonra bana soracağın ilk soru bu mu? Ne yapıp ne ettiğimi hiç mi merak etmiyorsun?”
“Pek merak ettiğim söylenemez.”
Korkulu gözlere odanın girişine baktı. Sonra dayanamadı, başını kapıdan uzatarak holü inceledi. Gelen giden yoktu. Aslı’ya döndü. Kontrolsüz ses tonu yalvarır bir ifadeye bürünmüştü şimdi de.
“Ne olur buradan git. Hayatımdan yeniden çık. Geri gelmeni istemiyorum. Seni görmek istemiyorum.”
“Ama her ne hikmetse ben hala buradayım. Seni ne kadar çok seviyormuşum meğer. Bu kadar zaman boyunca unutamadım gerçekten.”
Beklenen oldu, Ece odaya girdi.
“Kiminle konuşuyorsun sen?”
            Ece’nin sesiyle yerinden sıçrayan Özgür kekeleyerek cevap verdi.
“Hiç…Hırkamı…hırkamı bulamadım da.”
Özgür, korkulu gözlerle hala yatakta uzanmış onu inceleyen Aslı’ya baktı. Bunu fark eden Ece de yatağa baktı ama Özgür’ü bu kadar dehşete düşüren şeyin ne olduğuna anlam veremedi. Şüpheyle çatılan kaşlarına söz geçirmeye çalıştı ve her şey normalmiş gibi Özgür’le konuşmaya çabaladı.
“Hala bavulları açmadım ki. Hırkalarının ikisi de orada. Ben bulurum şimdi. Sen git kahvaltını bitir. İş görüşmene geç kalacaksın.”
Özgür başını sallayarak odadan çıktı. Ece’nin içinde hala bir şüphe vardı. Bu durumda olan hemen her kadının ilk yapacağı şeyi yaptı o da. Komodinin üzerinde başıboş duran Özgür’ün cep telefonunu aldı eline. Tam gelen mesajların depolandığı bölüme girecekken vazgeçti, telefonu yerine bıraktı ve yerde duran bavullardan birini açarak içinde Özgür’ün hırkalarını aramaya başladı.

17 Eylül 2011 Cumartesi

"Son Melodi" Bölüm 14

-14-

Özgür, Ece’nin elinden tutmuş kapının açılmasını bekliyordu. İçeride birkaç dakika önceki gürültüden eser kalmamıştı şimdi. Herkes nefeslerini tutmuş onları bekliyordu. Ece heyecandan titriyor, Özgür’ün karnı ağrıyordu. Hazırlık sürecinin stresini çekilmez zanneden çift asıl düğün günlerinin çok daha beter ve yorucu geçeceğini ön görememişlerdi.
            Kapı açılınca gelinle damat beyaz örtülerle dekore edilmiş, yerde siyah beyaz balonların uçuştuğu, beyaz orkidelerle süslenmiş yemek masalarında oturmakta olan her konuğun onlara sonsuz bir sevinçle baktığı salona girdiler. Küçük adımlarla salonun tam öteki ucunda kurulmuş ve ihtişamıyla diğer masalardan daha “özel” olduğunu hemen ele veren nikah masasına doğru ilerlediler. “Bir… iki…üç…” Düğüne gelen çocuklardan bir kısmı saklambaç oynamaya karar vermişlerdi. Her adım bir sayı. “Dört…beş…altı…” Her adım sona bir yakın.
            “Evladım, ben sana ortalıkta koşturma demedim mi. Senin sonun kötü olacak ha!”
            Bir düğün klasiği olarak çocuğuna söz geçiremeyen annenin isyanı atmosferi bozduktan sonra Özgür’le Ece’nin nikah masasına ilerlemekte olduğunu henüz fark etmemiş bir avuç insan da kendine gelince her şey normale döndü. 
            Nikah masasının en yakınında İrem, Cansu, Hasan ve Burak oturuyordu. Sevgi’den de yakın. Ece’nin ailesinden de yakın. Dayanamadılar, kalkıp çifti öpücüklere boğdular. Sarıldılar sıkı sıkı. Cansu Ece’nin kulağına eğildi.
            “Seni anlıyorum hayatım. Ben de çektim bu işkenceyi biliyorsun, birkaç saat daha dayan. Sonra takıları kapıp Meksika’ya kaçarsınız.”
            Özgür’ün evlilik teklifini kabul ettikten sonra kendini bambaşka bir sürecin içinde bulan Ece zaman zaman her şeyi iptal edip uzaklara kaçmayı düşünmüştü, inkar edemezdi. Hayattan istediğinin evlilik olduğundan emin değildi. Düğünlerini yapacak yeri seçerken, servis edilecek yemeği belirlerken, pastadaki kat sayısına karar verirken kendini kapana kısılmış bir fare gibi hissetmişti. Her şey fazlaydı. Fazla ilgi, fazla stres, fazla düşünce, fazla endişe ve en önemlisi, fazla soru işareti.
            Sonra Cansu’nun düğün günü gelip çatmıştı. Arkadaşının gözündeki mutluluk Ece’yi havaya sokmuştu adeta. Bir erkeğe hayatı boyunca güvenebileceğine ve yanında olacağına inanmak çok güzel bir duygu olmalıydı. Özgür de aynı güveni ve inancı hak etmiyor muydu? Aksini düşündürecek tek bir davranışı olmamıştı ki. Ece’yi korkutan belki de Özgür’le evlilik değil, sadece evlilikti. Bağlanma sorunları yaşayacak taraf hep erkekler olacak değildi ya. Cansu göz yaşları içinde “Evet,” derken Ece de içinden aynı şeyi tekrar etmişti o an. Evet, Özgür’le evliliği gerçekten iyi olabilirdi. Tüm o stres, tüm o kavgalar, tüm o karar vermeler… Geride kalabilirdi. Ya da kalmayabilirdi, ama bu yine de kabullenilebilir olurdu. Ece bilmiyordu. Tereddütlerinden tamamen kurtulamasa da bir fare olarak artık kapana değil de, peynire yaklaşır hissediyordu kendini.
            Nikah masasına oturmuşlardı işte. Ece iki ileri bir geri giden adımlarını alt etmiş ve en sonunda hedefine ulaşmıştı. Özgür yorgun ama halinden memnun gözüküyordu.
            Devletin verdiği yetkiyi kötüye kullanan nikah memuru hissedilen süresi bir saat olan on dakikalık konuşmasında evliliğin faydalarından, üç çocuğun avantajından, mutluluğun anahtarından, hayatın anlamından ve çiftimizin ışıl ışıl parlayan gözlerinden bahsetmiş ve en sonunda sadede gelerek mühim soruyu taraflara yöneltmişti. Özgür bir saniye, Ece on bir saniye içinde cevap vermişti: “Evet.” Özgür’ün tez canlılığı da, Ece’nin kararsızlığı da dikkat çekmemişti. Mühim olan kimin ayağına basılacağıydı o an, başka bir şey değil. Özgür’ün acı dolu çığlığı kazananın kim olduğunu belli edince konuklardan büyük bir alkış yükseldi.
            Birkaç dakika geçmemişti ki herkes göbek atıyordu. Birkaç dakika önce tüm ilgi üzerlerinde olan Özgür ve Ece şimdi herkesin umarsızca dans figürlerini sergileme çabalarına anlam vermeye çabalaya dursunlar İrem gelip ikisini de zorla piste götürme çabalarına başlamıştı bile. Kazanan İrem oldu. Hayatında dans etmeyen Ece ve ne kadar istese de onca insan içinde asla dans edemeyecek olan Özgür dans pistinde hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Birden ilgi yeniden onlara yöneldi, çiftin etrafında bir çember oluştu. Romantik bir müzik eşliğinde bir adım sağa bir adım sola dans etmeyi seçmediği ve tercihi düğün salonu yöneticilerine bıraktığı için sonsuz bir pişmanlık içerisinde olan Ece çocukluğunun yılbaşlarından zihnine kazınan televizyon dansözü figürlerini sergilemeye çalışırken Özgür tüm utangaçlığını ceketiyle birlikte dans pistinin bir köşesine atmış, yaratıcı bir koreografi ile tabiri caizse döktürüyordu. 
            Herkes çiftin ilk dansına eşlik etmek için pisti doldurmaya başlayınca Özgür’ü gözden kaybeden Ece o kadar insanın arasından nefes almaya zorlanarak kocasını bulmaya çalıştı. Ece’nin ortadan kaybolduğunu bile fark etmeyen Özgür ise hala müziğin ve dansın tadını çıkarmakla meşguldü.
            Ece zar zor Özgür’ü buldu. Özgür’ün yüzünü avuçlarının arasına alan Ece kocasının tüm dikkatinin kendisinde yoğunlaşmasına çabaladı. Şimdi birlikte dans ediyorlardı ama Özgür’ün bakışları ikide bir baka bir yere kayıyordu. Ece de başını çevirerek Özgür’ün nereye baktığını keşfetmeye çalıştı ama başarılı olamadı. O tarafta bu kadar ilgi çekici ne vardı anlamıyordu, ama anlamakta kararlıydı. Özgür’e gülümsedi ve göbek ata ata o yöne doğru ilerlemeye başladı. Birden yeniden yapayalnız kalan ve bu sefer bu durumun farkında da olan Özgür şüphelenmesin diye yanlarından geçtiği insanlarla birkaç saniye dans etmeyi de ihmal etmedi.
            Kalabalığı yararak Özgür’ün bakış hizasının sonuna gelen Ece dikkate değer hiçbir şey bulamadı. Zaten neden şüphelendiğini de bilmiyordu. Evliliğin getirdiği bir hissiyat olduğunu düşündü içindeki sıkıntının. Anlam veremedi de buna. Böyle hissetmek istemedi hatta. Soluklanması gerekiyordu. Duvara yaslandı ve eğlencenin doruklarındaki konukları izlemeye koyuldu. Dans pisti yerine yanı başına baksa bile düğünün başından beri orada dikilmekte ve son on beş dakikadır Özgür’e uyaran bakışlar atmakta olan Aslı’yı göremeyecek olması büyük talihsizlikti. 

14 Eylül 2011 Çarşamba

"Son Melodi" Bölüm 13

-13-

Ece üzerinde çok şık bir elbiseyle restorandan içeri girdi. Kapıdaki görevliye başıyla selam vererek masaların olduğu bölüme geçti. Bir masada İrem ve Cansu onu bekliyordu. Ece’yi gören Cansu el sallayarak onu masaya çağırdı.
“Vay, Ece hanım! Bu ne şıklık?”
            Bir manken edasıyla kendi etrafında dönen ve elbisesini sergileyen Ece gülerek yerine oturdu.
“Ee, iş kadını olmak kolay iş değil şekerim. Siz bilmezsiniz, ama delilere bile güzel görünmek lazım ki başarılı olasın.”
“Bak sen! Keşke bize bunu okulda öğretmeyi unutmasalardı. Belki biz de iş bulmayı başarırdık.”
Ece birden ciddileşerek İrem’e döndü.
“Hala gittiğin hastaneden haber çıkmadı mı?”
            İrem üzüntüyle omuz silkti.
“Telefon başında beklemekten helak oldum. Psikolog olacağım derken psikolojim bozuldu valla.”
Ece arkadaşının elini avucunun içine aldı, üzüntüsünü paylaştı. Sıra Cansu’ya gelmişti.
“Sende haberler nedir?”
“Valla, bende de durumlar İrem’le aynı ne yazık ki. Boş verin şimdi bunları. Hadi yemekleri sipariş edelim. Açlıktan ölüyorum.”
“Ya, ben yemeğe kalamayacağım. Özgür gelip beni buradan alacak. İşteki ilk günümü kutlayacakmışız.”
“Eh, Özgür’e de böyle bir jest yakışırdı zaten. Bizim odunlar da akşam maç yapacaklarmış, sattılar bizi.”
“Madem birazdan kalkıp gideceksin, o zaman ben büyük bombayı patlatayım da aradan çıksın.”
            İki kız büyük bir merakla Cansu’ya odaklandılar.
“Burak bana evlenme teklif etti.”
            Masadan yükselen çığlık restorandakileri hazırlıksız yakalamıştı. Garson kızların iyi olup olmadığını sormak için masaya yaklaşırken herkesin gözü onlardaydı. Mahcup bakışlarla çevreye verdikleri rahatsızlık için özür dileyen kızlar kısık sesli çığlıklarla kutlamalarına devam ettiler.
            “İnanamıyorum. Ne? Ne zaman?”
“Dün akşam. Evde yemek yiyorduk. Su alacağım diye masadan kalktı, yanımdan geçerken ayağı takılmış gibi yaptı ve önüme çöktü. Ben sevgilim canın acıdı mı demeye kalmadan cebinden yüzüğü çıkarmış, ‘Evimin kadını ol’ geyiklerine başlamıştı.”
“Ay, şahane. Zaten adam bir şeyi de ciddi yapsa dişimi kıracağım. Ee, sen ne dedin?”
“Elimi sıcak sudan soğuk suya sokturmayacaksan, panjurları derhal pembeye boyatacaksan, çalışmama izin vereceksen, beni bilgisayar oyunlarından daha çok seveceksen evet dedim.”
“O ne yaptı?”
“Bilgisayar oyunları konusunda söz veremem ama gerisinden şüphen olmasın dedi ve bana sarıldı. Eh, gerisi de bana kalsın artık.”
            İrem, yüzünde muzip bir sırıtış, Ece’nin tepkisini görmek için ona döndü. Tüm bu konuşma esnasında yüzünde aptal bir gülümseme, dalgın bir şekilde Cansu’yu dinleyen Ece ilginin kendi üzerinde yoğunlaştığını fark edemedi.
“Ece, iyi misin?”
            Birden daldığı hayallerden uyanan Ece gülümseyerek Cansu’ya baktı.
“Tebrik ederim hayatım. Ne kadar sevindiğimi anlatamam.”
“Bir denesen diyorum. Zira pek sevinç göstergesi tepkiler vermiyorsun.”
“Çok özür dilerim. Tabii ki çok sevindim. Sadece sen haberi dan diye verince daha önce bu konu hakkında hiç kafa yormadığımı fark ettim.”
“Nasıl yani?”
“Ne bileyim? Bunca zamandır birlikte olduğumuz adamlarla bir gün evleneceğimiz aklımın ucundan geçmemişti.”
“Valla benim kız kurusu olmaya hiç niyetim yok.”
            İrem de dayanamadı.
            “Benim de. Hasan’dan bugün yarın bu soruna bir çözüm önerisi bekliyorum açıkçası.”
            Ece’nin gözleri dolmuştu.
            “Vay be! Biz üniversiteyi bitirdik, iş hayatına atıldık…”
            Cansu ve Ece aynı anda öksürerek Ece’nin hatasını yüzüne vurdu.
“…veya atılmak üzereyiz. Ve evlenme çağımız bile gelmiş. Biz büyümüşüz ya.”
“Bunu yeni mi anladın. Ben bir takım kırışıklıkları fark ettiğimde bu korkunç gerçekle yüzleştim. İnan, insanın kendine bir adet Christian Troy bulup botox havuzuna dalası geliyor.”
“Artık yaşımızı başımızı aldık. Hepimizin idolü Ajda Pekkan!”
“Yaşasın estetik cerrahi!”
“Sulandırmayın işi. Gerçekten çok ciddiyim. Her zaman kendi ayaklarım üstünde durmak, aileme destek olmak istemişimdir. Ama hiçbir zaman bir gün kendi ailemi oluşturmaya başlayacağım aklımın ucundan geçmedi.”
“Eh, dua edelim de Özgür’ün aklından geçmiş olsun. Yoksa asla mürüvvetini göremeyeceğiz yavrumuzun.”
            İyi bir insan olan Özgür lafının üzerine geldi. Cansu’yu ve İrem’i  öptükten sonra Ece’nin elini tutarak onu sandalyesinden kaldırdı.
“İzninizle Ece’yi alıp götürüyorum.”
“İzni verdik gitti. Ama on iki olmadan kızı eve getir.”
“Evet, kendi iyiliğin için yap bunu. Perinin tesiri ortadan kalkınca karşılaşacaklarından memnun kalmayabilirsin. Bu saatten sonra ona yeni birini de bulamayız. Aman diyeyim!”
“Merak etmeyin. Artık bünyemde sürprizlere yer yok. Her şeye hazırlıklıyım.”
Kızlara el sallayarak restorandan çıktılar. Arabaya bindiklerinde Ece daha fazla dayanamadı.
“Neden burada yemek yemedik? Nereye gidiyoruz.”
“Sürpriz! Hadi bin arabaya.”
“Ee, benim arabam ne olacak?”
“Sonra döner alırız. Hadi.”
            On beş dakika sonra deniz kenarında arabayı park etmiş oturuyorlardı. Yol üzerinde durup aldıkları hamburgerleri yemekle meşguldüler.
“İlk iş günümü böyle kutlayacağımızı düşünmemiştim.”
“Koskoca Demir Adam’ın özgür kalıp ülkesine dönünce yaptığı ilk şey cheeseburger talep etmekse, bence senin ekonomik özgürlüğünü kutlamak için mükemmel bir yiyecek seçimi.”
            Ece yüzünü buruşturdu.
“Sen ve senin Hollywood klişelerin!”
“Artık alışmış olman lazım. Hazırlıklı ol. Gecenin klişeleri henüz sona ermedi.”
“Öyle mi? Ortama bir Amerikan bayrağı dekorasyonu ekleyemeyeceğine göre daha küçük çaplı bir klişe bizleri bekliyor demektir.”
“Sen ve senin Avrupa sineması ukalalığın!”
“Senin de buna alışmış olman gerekmez mi?”
“Merak etme, ben seni her halinle severim kadınım.”
“Ohoo! Türk filmlerine çok güzel bir geçiş yaptık.”
“Bu daha bir şey değil.”
Özgür uzandı ve torpidoyu açtı. Avucuna bir şey aldı ve arkasına yaslandı. Ece bu harekete anlam verememişti. Özgür Ece’nin gözlerinin içine hiç bakmadığı kadar derin baktı ve elini sıkıca tuttu.
“Sayın Güven, sizi bir Metin yapmama izin verir misiniz?”
            Avucunu açtığında içinde bir kutu vardı. Kutuyu nazikçe açtı ve içindeki yüzüğü Ece’nin parmağına taktı. Ece’nin ağzı açık, gözleri doluydu.

12 Eylül 2011 Pazartesi

"Son Melodi" Bölüm 12

-12-

Ece ve Özgür yemek masasında karşılıklı oturmuşlardı. Sevgi ise masa başındaki yerini almıştı. Herkes iştahla tabağındaki yemekleri bitirmekle meşguldü.
“Yemeği beğendin mi kızım?”
            Ece tam o anda ağzına aldığı lokmayı hızlıca yuttuktan sonra cevap verebildi.
“Elinize sağlık, harika olmuş. Ben de mutfağa çok meraklıyım. Bir dahaki görüşmemizde mutlaka bunun tarifini sizden almalıyım.”
“Tabii, bana hatırlatırsan bir kağıda yazar sana veririm.”
Sevgi de yemeğinden bir lokma aldı ve konuşmaya devam etti.
“Ece’cim, şimdiki planların neler? Yüksek lisans düşünüyor musun, yoksa hemen iş aramaya mı girişeceksin?”
“İş aramaya başladım bile. Ailem Ankara’da oturuyor. Dört senedir onlara yeterince masraf çıkardım. Artık kendi ayaklarım üstünde durmaya başlamalıyım.”
            Sevgi’nin yüzüne memnun bir ifade yerleşmişti.
“İşte sevdiğim kadın figürü. Keşke her genç senin gibi bilinçli olsa. O zaman her şey çok farklı olurdu.”
            Ece mahcup bir şekilde gülümsedi.
“Teşekkür ederim efendim. Artık ailem için elimden geleni yapmanın sırası bende.” 
            Sevgi sitem dolu bakışlarıyla oğluna döndü.
“Umarım sen de arkadaşından biraz olsun örnek alıyorsundur.”
            Özgür muzip bir şekilde güldü.
“Tabii ki! Onu kendime rol model olarak seçtim. Kendisini beğenerek takip ediyorum.”
            Herkesin yemeği bitince Sevgi masayı toplamak için ayaklandı. Ece de peşi sıra hemen işe girişti.
“İzin verin size yardım edeyim.”
            Fırsattan istifade Özgür de hemen aradan sıyrıldı.
“Ben de gidip bu akşamki maçın durumuna bakayım.”
“Bak tabii. Aklın çıkmıştır maç bitmeden yemek bitmezse diye.”
            Sevgi ve Ece, ellerinde tabaklar, mutfağa gittiler. Özgür de masadan kalkıp kanepeye oturdu ve televizyonu açtı. Sevgi mutfağa girince tabakları tezgaha bıraktı ve artıkları çöpe boşaltmaya başladı. Ece ise musluğu açtı ve boşalan tabakları durulamaya başladı.
“Yemekler gerçekten çok güzel olmuştu. Elinize sağlık”
“Afiyet olsun. Beğenmene sevindim. Özgür’ün arkadaşlarını ağırlamak her zaman nasip olmuyor. En azından evimden memnun ayrılacaksın.”
“Kesinlikle. Ben daha önce de gelmek istemiştim ama Özgür pek gönüllü olmadı. Kusura bakmayın.”
Sevgi zoraki bir biçimde gülümsedi. Ece’ye inanmadığı anlaşılıyordu.
“Ama bundan sonra sık sık ziyaretinize gelirim. Söz.”
Duruladığı tabakları makineye yerleştirmeye başlayan Ece bir an için bir şey söylemeye yeltendi ama hemen vazgeçti. Sonra kendini tutamadı ve ağzındaki baklayı çıkardı.
“Size bir şey sorabilir miyim?”
Sevgi şaşırmıştı. Ece’nin sesindeki gerginlikten işin sonunun hoş olmayacağını kestirmişti.
“Tabii ki sorabilirsin.”
“Özgür’ün…”
Bir an vazgeçmeyi düşündü Ece. Konuyu hiç açmasa daha iyiydi sanki. Ama bilmeliydi, merakı giderilmeliydi.
“Özgür’ün babasına ne oldu?”
Sevgi tahminlerinin doğru çıkmasına şaşırmayarak hoşnutsuzluğunu gidermeye çalıştı ve ne cevap vermesi gerektiğini düşündü. Sevgi’nin sessizliği Ece’nin sorusunu açıklaması gerektiği hissine kapılmasına neden oldu.
“Ne zaman bu konuyu açmaya çalışsam Özgür hemen başka bir şeyden bahsetmeye başlıyor. Ya da beni susturuyor. Sadece öldüğünü öğrenebildim. Hayatını nasıl kaybettiğini bile bilmiyorum.”
            Sevgi konuyu kapatmaya çalıştı.
“Çok üzücü bir olaydı ve Özgür de çok küçüktü. Bu yüzden ikimiz de bu konuyu konuşmaktan pek hoşlanmayız.”
Ve şimdi de konuşmamızın bir alemi yok, mesajını içeren sert bakışları Ece’yi deldi geçti. Ancak Ece pes edeceğe benzemiyordu.
“İnanın bunu anlayışla karşılıyorum. Bu yüzden Özgür’ü çok zorlamıyorum.”
Sesinde yalvarır bir ifade vardı.
“Ama en azından siz bana biraz bilgi verseniz.”
Sevgi kızgınlıkla başını olumsuzca salladı. Ve umursamaz bir şekilde mutfağı toplamaya devam etti. Bu durum Ece’yi fazlasıyla sinirlendirilmişti. Ciddiye alınmamak hoşuna gitmemişti doğal olarak. Yavaşça Sevgi’ye yaklaştı ve olabildiğince alçak sesle konuşmaya başladı.
“Bakın, eminim benim yarın öbür gün oğlunuzun hayatından geçip gidecek bir kız olduğumu düşünüyorsunuz. Ama inanın bu doğru değil. Ben kalıcı olarak buradayım. Dört yıldır olduğum gibi. Şimdi sevgilimin babası hakkında bir şeyler öğrenmek istiyorum. Onun yattığı yere gidip onunla da tanışmak istiyorum. Bu benim hakkım. Hem belki ben Özgür’ün durumu kabullenmesini ve babasını ziyaret etmesini sağlayabilirim.”
            Sevgi üzgün gözlerle Ece’ye baktı. Kızın ona çıkışma cesaretini göstermesi hoşuna gitmişti gitmesine; ama hala Özgür’ün babasından konuşuyor olmalarından fazlasıyla rahatsızdı. Yine de yıllar yılı yapmadığı bir şeyi yapmaya karar verdi. Bütün akşam yakından gözlediği ve tanımaya çalıştığı Ece’nin bunu hak ettiğine karar vermişti.
“Sana yalan söylemeyeceğim. Hatta görünüşe göre yardımına ihtiyacım var.”
Tedirgin bir şekilde mutfağın kapısından başını uzattı ve Özgür’ün etrafta olmadığından emin oldu. Tekrar Ece’ye döndüğünde gözlerindeki yaşlar iyiden iyiye belli olmaya başlamıştı.
“Özgür’ün babası iyi bir adam değildi. Uzun lafın kısası, biz anlaşamadık. Ondan ayrılmak istediğimde işler daha da kötüleşti. Neyse ki ailem bir kere olsun bana destek oldu da, onu hayatımdan tamamen çıkartmayı başardım. İnan kolay olmadı ama Özgür’e yaklaşmaması için ona epey para verdik.”
            Ece çok şaşırmıştı, başı dönüyordu. Kendini nasıl bir işin içine soktuğunu yavaş yavaş fark etmeye başlamıştı. Mutfak masasının sandalyelerinden birini çekti ve oturdu.
“Yani o hala yaşıyor mu?”
            Sevgi bir şey söyleyemez, sadece başıyla onaylarken Özgür içeri girdi.
“Ee, hadi içeri gelmiyor musunuz?”
Aniden oğlunun sesini duyan Sevgi kaskatı kesilmişti. Durumu Ece kurtardı.
“Sen içeri dön. Çok az bir iş kaldı. O da bitsin, geliyoruz.”
Özgür itiraz etmeden mutfaktan çıktı. Sevgi dehşet içerisinde Ece’ye baktı. Özgür konuştuklarını duymuş olamazdı. Değil mi?
“Ben artık gideyim.”
Sevgi hiçbir tepki vermedi. Daha fazla orada kalmak istemeyen Ece hızla mekanı terk etmeye yeltendi ama tam kapıdan çıkacakken dönüp tekrar Sevgi’ye baktı. Onun için üzüldüğüne karar vermişti.
“Merak etmeyin. Özgür’e bir şey söylemeyeceğim.”
Söyleyecek başka bir şey bulamadığından sustu, mutfaktan çıktı ve salonda televizyon izleyen Özgür’ün yanına gitti.
            “Özgür, ben artık gitmeliyim. Geç oldu.”
“Biraz daha kalsan? Daha doğru düzgün iki çift laf edemedik.”
“Bir dahaki sefere. Hadi kalk, beni yolcu et.”
“Tamam. Annem nerede?”
“Lavaboda sanırım. Biz vedalaştık zaten. Hadi gel.”
Özgür itiraz etmeden televizyonu kapattı, kalktı, Ece’nin elinden tuttu ve onu sokak kapısına doğru götürdü.
“Ben bir saat olmadan eve varmış olurum. MSN’e gelirim, konuşuruz.”
            Özgür öne geçti ve kapıyı açarak dışarı çıktı. Ece’nin tam çıkacakken ayakkabılığın üzerindeki aile fotoğrafını görüp durduğunu fark etmemişti. En sonunda kendine gelip Ece’yi yolcu etmeye gelen Sevgi Ece’nin resme baktığını görünce onu yalnız bırakmak için Özgür’ün peşinden kapının önüne çıktı ve Ece’yi orada yalnız bıraktı. Ne yazık ki annesinin arkasında olduğunu fark etmeyen Özgür kendince seksi bir ses tonu takındı.
“Gece üçe kadar gelmezsen polise haber vereyim mi?”
Muzip bir sırıtışla arkasına döndü ve karşısında annesini görünce korkudan yerinden sıçradı. Utançtan kıpkırmızı kesilir, boynunu eğdi. Bu arada Ece evden çıkmış, Özgür’ün yanına gelmişti. Özgür’ün elinden tutan ve suratının haline anlam veremeyen Ece sakin bir şekilde Sevgi’ye döndü.
“Bu akşam beni misafir ettiğiniz için tekrar teşekkür ederim.”
Sevgi’yi sakinleştirmek istercesine hafifçe başını öne eğdi. Göz göze geldiler. Aralarındaki sırrı saklamak konusunda anlaştılar o an.
“Her zaman… her zaman bekleriz.”
Gözlerinin dolmasını engellemeye çalışan Sevgi oğluna döndü.
“Ben artık yatmaya gidiyorum. Siz de rahat rahat vedalaşın. İyi geceler.”
Ece’ye son kez endişeyle bakan Sevgi onun bir şey söylemeyeceğine emin olduktan sonra eve girdi ve ardından kapıyı kapattı. Aralarındaki sessiz anlaşmanın bozulmamasını umuyordu.

10 Eylül 2011 Cumartesi

"Son Melodi" Bölüm 11

-11-

Sevgi mutfakta yemek pişirmekteydi. Kapının çaldığını duyunca ocağın altını kıstı, elindeki bezi tezgaha bıraktı, eliyle saçını düzeltti ve kapıyı açmak için mutfaktan çıktı. Gelen Özgür’dü.
“Oğlum, anahtarın yok mu senin.”
“Evde unutmuşum anne.”
Özgür aceleyle eve girdi ve kapıyı kapatarak annesini bir kenara çekti.
“Hani sana bahsettiğim bir kız arkadaşım vardı ya.”
“Evet, şu bir türlü tanışamadığım kız.”
            Özgür başını salladı.
“Bugün tanışacaksınız.”
“Ne? Ne zaman?”
“Azzz sonra.”
“Özgür, dalga geçme benimle.”
“Çok ciddiyim. Şu anda arabasını park ediyor, birazdan burada olur.”
            Sevgi telaşa kapılmıştı. Ne yapması gerektiğini bilemiyordu.
“Bu yaptığın iş mi şimdi? İnsan önceden haber verir. Hazırlık falan yapardım. Neyse… Ben hemen gidip üstümü değiştireyim. “
            Özgür’ün cevap vermesine kalmadan hızla odasına doğru koştu. Özgür arkasından gülerek baktı ve dönüp sokak kapısını açtı. Ece eve yaklaşmaktaydı.
            Ece’yi içeri buyur eden Özgür ardından kapıyı kapattı. Ece, bir yandan ayakkabılarını çıkartırken diğer yandan etrafı incelemekteydi.
“Güzel bir eviniz varmış. Bunca zamandır evine ilk defa geldiğime inanamıyorum.”
Özgür masumane bir şekilde omzunu silkti.
“Ne yapalım, odamı ancak toplayabildim!”
Ece güldü ve hafifçe Özgür’e vurdu.
“Eminim öyledir.”
Birlikte salona doğru yürümeye başladılar. Özgür odaları eliyle göstererek evi Ece’ye tanıtmaya başladı.
“Burası mutfak, orası benim odam, annemin odası, salon ve tuvalet.”
“Ee, annen nerede?”
“Seni böyle haber vermeden getirdiğim için bana kızdı. Şimdi odasında senin için süsleniyor.”
“Geleceğimizi haber vermemiş miydin yani?”
            Aynı masum omuz silkişi yeniden görüldü.
“Sürpriz olsun istedim.”
Sevgilisinden azar yeme vakti gelmişti.
“Ne adamsın ya! Zavallı kadın.”
Ece salonu iyice inceledikten sonra kanepeye oturdu.
“Ben bir su içip geliyorum.”
Ece, kanepenin yanındaki sehpanın üzerinde duran resimleri incelemekteydi. Özgür’ü yarım kulak duyup yarım ağız cevap verdi.
“Tamam.”
            Özgür odadan çıkınca Ece salonu tekrar gözden geçirmeye başladı. Huzursuzca elleriyle oynarken birden ayağa kalktı ve evin diğer odalarına da göz ucuyla bakmak amacıyla salondan çıktı.
            Üstünü değiştirip kendisine tanınan kısıtlı zamanda mümkün olan en iyi şekilde kendine çeki düzen veren Sevgi odasından çıktı ve salona doğru yürümeye başladı. Özgür’ün mutfakta olduğunu görünce yönünü değiştirdi.
“Oğlum, arkadaşın hala gelmedi mi?”
            Kendisine su doldurmakta olan Özgür annesine döndü.
“Geldi, salonda oturuyor.”
Annesinden azar yeme vakti gelmişti.
“Aferin, kızı yalnız mı bıraktın.”
“Herkes de bugün beni azarlıyor ya. Tamam, hadi gidelim yanına o zaman. Daha fazla yalnız kalmasın. Neme lazım başına bir iş geliverir.”
“Dalga geçme!”
O da Özgür’e, tıpkı Ece gibi, hafifçe vurdu. Birlikte mutfaktan çıkıp salona geçtiler. Sevgi yüzünde bir gülümsemeyle önden girdi içeri.  Fakat odada kimse olmadığını görünce yüzü birden asıldı. Endişeyle hemen arkasında bekleyen Özgür’e döndü. Yüzü kireç gibiydi.
“Özgür! Yine mi?”
            Özgür annesinin ne demek istediğini anlamamıştı. Şaşkınlıkla annesinin bembeyaz yüzüne baktı.
“Ne yine mi?”
Kafasında bir şimşek çakmış gibi, birden annesinin neyi kastettiğini fark etti. Gülmekten kendini alamadı.
“Merak etme, Ece benim hayal ürünüm değil.”
            Sevgi hala rahatlamamıştı. Oğluna inanmakta güçlük çekiyordu ve gözlerindeki şüphe silinmiyordu. Özgür gülmeyi keserek salonda dışarı başını uzattı ve Ece’ye seslendi. Ece de tam bu sırada salona dönmek üzereydi zaten. Özgür sesindeki kızgınlığı gizlemeye gerek duymadı.
“Neredeydin?”
            Özgür’ün tepkisine anlam veremeyen Ece bir an için ne diyeceğini bilemedi.
            “Ellerimi yıkamaya gitmiştim.”
            Konuyu uzatmak istemeyen Özgür Ece’nin elinden tuttu ve birlikte salona girdiler.
“Annem, Ece. Ece, annem.”
Sevgi ve Ece ilk önce el sıkıştılar. Sonra Sevgi’nin tereddütle hafif öne eğilmesi üzerine Ece de ona uydu ve tanışma fasılları yanaklara kondurulan sıcak öpücüklerle son buldu.
“Hoş geldin kızım. Geç otur.”
            Üçü de koltuklara yerleştiler. Sevgi’nin gözleri Ece’nin üzerinden bir an olsun ayrılmıyordu. Sırıtışı da yüzünde kalmakta bir o kadar ısrarcıydı.
“Nasılsın kızım?”
Ece mümkün olduğunca sakin ve sevecen bir ses tonu tutturmaya çabaladı.
“İyiyim efendim. Sizi sormalı.”
“Ben de iyiyim. Teşekkür ederim.”
            Özgür, tenis maçı izler gibi bir annesine, bir Ece’ye bakmaktaydı. Onların bu ne yapacağını bilmez hallerinden belli ki büyük bir keyif duyuyordu.                                            
“Siz Özgür’le okulda tanışmıştınız değil mi?”
“Evet, okulun ilk gününde hatta. Yani dört seneyi geçti artık.”
“Evet. Şimdi söyleyince ne kadar uzun bir zamanmış gibi geliyor. Oysa göz açıp kapayıncaya kadar geçti değil mi?”
“Sormayın. Aynen öyle.”
Ne söyleyeceklerini bilemeyen üç insanın yarattığı gergin sessizlik odada bir süre asılı kaldı. Herkes zihinlerinde tüketecekleri bir sonraki sohbet konusunu bulmaya çalışırken en hızlı davranan Ece oldu.
“Eviniz gerçekten çok güzelmiş. Çok güzel bir dekorasyon zevkiniz var.”
“Çok teşekkür ederim. Başımızı sokacak bir çatı işte.”
            Yine sessizlik. Bir sonraki bozucu ve aynı zamanda kurtarıcı başarı Sevgi’den geldi.
“Ocakta yemeğim vardı. Ona bir bakayım. Akşam yemeğini birlikte yeriz, değil mi?”
“Çok sevinirim. Yardım edebileceğim bir şey var mı?”
“Hayır kızım, siz oturun. Ben beş dakikada her şeyi hallederim.”
Sevgi Ece’ye gülümsedi ve odadan çıktı. Ece sıkıntılı bir şekilde Özgür’e döndü. Özgür’ün hiçbir şey umurunda değildi. Olan bitenden aldığı zevk yüzüne salakça bir sırıtışın yerleşmesine sebep olmuştu.
“Hadi, sana odamı göstereyim.”
            Ece’nin tepki vermesini beklemeden elinden tuttu ve onu odasına götürdü. Odaya girip kapıyı kapatır kapatmaz Ecen Özgür’ün elini bıraktı ve dakikalardır aklında dolanan soruyu üzüntüyle sordu.
“Annen benden nefret etti, değil mi?“
“Onu da nereden çıkardın? Sadece yeni biriyle tanıştığında biraz tutuk olur. Merak etme, yemekte kendine gelecektir. Hem annemi bugüne kadar pek fazla kızla tanıştırdığım söylenemez. Deneyimi yok bu konuda.”
Ece biraz sakinleşmişti. Artık yüzü biraz gülüyordu.
“İşte bu iyi haber! Eminim bunca zaman gelmediğim için beni suçluyordur. Seni ondan uzaklaştırdığımı falan düşünüyordur.”
“Saçmalama. Her şey gayet normal gidiyor, inan bana.”
“Öyle diyorsan öyle olsun.”
Ece yatağa oturdu ve Özgür’ün odasını incelemeye başladı. Mobilyaları ve duvarda film afişlerinin asılı olmasını biraz çocukça buldu. Aslında odanın yıllar yılı hiç değişmediğini ve plana göre daha uzun zaman değişmeyeceğini bilse Özgür’ün hayatında bir adım ileri gidemediğini ve gidemeyebileceğini bile düşünebilirdi. Ece ihtimaller üzerine düşünüp moralini bozmamaya kararlıydı.
“Aferin, bu kadar sene beklediğime değmiş. Güzel toplamışsın odanı.”
            Özgür gülerek yatağa, Ece’nin yanına oturdu ve ona sarıldı. Tam öpmeye yeltenmişti ki Ece onaylamaz bir yüz ifadesiyle bu teklifi reddetti.