Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Ağustos 2011 Salı

"Son Melodi" Bölüm 1


                                                                       -1-

Ev, dışarıdan bakıldığında çok davetkar gözüküyordu. Böyle bir evde yaşayan aile çok mutlu olmalıydı. Belli ki hiç para sorunları yoktu. Bahçe çok güzel düzenlenmişti. Çiçekler, köşede bir barbekü, iki ağaç arasına kurulmuş ancak hiç kullanılmamış bir hamak, kocaman bir yemek masası ve etrafında sandalyeler.
İki genç eve doğru yürüyordu. Gülüşmeleri komşular tarafından duyulabilecek kadar yüksek sesliydi. Tabii eğer komşular dışarıda olan bitene kulak kabartacak kadar meraklı insanlar olsalardı.
Evin girişine yaklaşırken genç adam adımlarını hızlandırarak kızın önüne geçti. Okul çantasını açtı ve içinden ev anahtarını çıkarttı. Kapıyı açtıktan sonra bir adım geri çekildi ve önce kızın içeri girmesine izin verdi. Sonra onu takip ederek eve girdi ve ardından kapıyı kapattı. Anahtarını kapının girişindeki ayakkabılığın üzerinde bulunan çanağın içine bırakarak kıza döndü. Kızın gözü, çanağın yanında antika bir çerçeve içinde duran aile fotoğrafındaydı. Çocuk, annesi ve babası hiç silinmeyecekmiş gibi kendinden emin gülümsemelerle kıza bakmakta; sanki ne kadar mutlu olduklarını tek bir kare ile ona kanıtlamak istemekteydiler.
            “Sen burada bekle. Ben anneme geldiğimizi haber vereyim.”
Özgür tam gitmek üzereyken aniden döndü ve telaşla, hızlı bir şekilde konuşmaya başladı.
“Ya da istersen mutfağa geç, eminim masanın üstünde atıştıracak bir şeyler vardır. Salonda da oturabilirsin. Televizyonun kumandasını bulmak için biraz uğraşman gerekebilir gerçi. Her zaman saklanacak mükemmel bir yer bulur. Lavaboyu kullanmak istersen…”
Kız gülerek Özgür’ün sözünü kesti.
“Sakin ol! Ben başımın çaresine bakarım, merak etme. Evde kaybolacağımı düşünmüyorsun herhalde. Hadi sen git annene haber ver, ben seni mutfakta bekliyorum.”
Özgür, komutanından emir almışçasına bir asker selamı çaktı. Kızdan uzaklaştı ve holde yürümeye başladı. Annesine seslendi. En sonunda onu, odasında telefonla konuşurken buldu. Annesinin odası antika ahşap mobilyalarla doluydu. Komodininin üzerinde dantel örtüler vardı. Aynasının hemen tepesinde ise oğlu, kocası ve kendisinin bir resmi durmaktaydı. Resimde Özgür küçüktü, dört beş yaşlarındaydı en fazla. Kadın oğlunu görünce gülümsedi, esner gibi yaptı ve “Tam kırk dakika oldu,” diye fısıldayarak hayıflandı. Sonra telefondaki kişiyle konuşmaya devam etti.
“Evet, evet haklısın!”
Özgür gülmekten kendini alamadı. Gardıroba yaslandı ve telefon konuşmasını dinlemeye başladı.
“Ee, senin emekliliğine çok mu var ki?”
Özgür dalga geçer bir ses tonuyla, sadece annesinin duyabileceği bir şekilde araya girdi.
“Konuşmanın başında çok vardı ama artık az bir şey kalmış olsa gerek.”
Kadın gülerek gözleriyle oğlunu uyardı ve ona susmasını işaret etti.
“Ya ne yapacaksın, herkes çalışmak zorunda. Tamam hayatım, mutlaka görüşelim. Hoşça kal...”
Kadın gülmeye başladı ancak sinir bozukluğu kaynaklı bu gülüş saniyeler içerisinde ağlamaklı bir sese dönüştü.
“Allah’ım! Kırk dakika oldu sanırım.”
“Almanya’dan canlı bağlantı yaptınız herhalde. Neyse, bir hafta daha anlatacak bir olay olmaz. Sen de kafanı dinlersin.”
“Ya, ne demezsin! Yazın İstanbul’a geleceklermiş. O zaman ortaya çıkacak çenesinin asıl potansiyeli. Şahsen ben, gece üçlere kadar süren sohbetler öngörüyorum ve Allah düşmanımın başına vermesin diyorum. Neyse, bunca yıllık arkadaşım… Alıştım ben artık. Ee, günün nasıl geçti?”                                              
“Her zamanki gibi… yorucu. Okuldan sonra bir de dershanede etüt olunca aşırı yükleme oldu sanırım. Kısa devreye az kaldı. Birazdan bir aspirin alacağım.”
Kadın bir şey söylemeye yeltendi. Ama Özgür izin vermedi.
“Anne, sakın ‘Yarış atı gibi görülmeniz çok canımı yakıyor’ mavallarına başlama. Bir daha ata benzetilirsem Veli Efendi Hipodromu’nda kariyer arayışına gireceğim valla. Neyse… Ya, sana sormaya fırsatım olmadı ama, dershaneden bir arkadaşımı çağırdım. Anlamadığım birkaç matematik sorusunda bana yardımcı olacak, test çözeceğiz. Sorun değil, değil mi?”
“Tabii ki hayır! Olur mu hiç öyle şey? Hadi mutfağa gidelim de size atıştıracak bir şeyler hazırlayayım önce.”
Özgür’ün yüzü aydınlandı.
“Harika olur valla. O da zaten beni orada bekliyor. Biliyor musun, o da benim gibi psikoloji okumak istiyor.“
Anne oğul odadan çıkarak mutfağa doğru yürümeye başladılar. Mutfağa girer girmez kadının yüzündeki gülümseme birden yok oldu. Bunu fark etmeyen Özgür annesinin elini tuttu ve kıza döndü.
“Anne, Aslı’yla tanış. Aslı, bu da benim vefakar ve cefakar annem Sevgi.”
Yüzünde kocaman bir gülümseme annesine dönen Özgür, onun yüzündeki mutsuz ifadeyi görünce şaşırdı.
“Anne, ne oldu? İyi misin? Aslı’ya merhaba demeyecek misin?”
Sevgi konuşmakta güçlük çekiyordu. Ne söyleyeceğini, ne söylemesi gerektiğini bilemiyor gibiydi.
“Hayır, bu kez değil.”
Özgür bir anda annesinin elini bıraktı. Şüphe ve dehşet dolu gözlerle baktı ona.
“Anlamadım. Ne demek şimdi bu?”
Annesinin cevabını beklemeden Aslı’ya dönüp özür dilercesine bir hareket yaptı. Aslı’nın bu olay karşısında hala sakin oluşu onu rahatlatmıştı. Annesi Sevgi ise boş gözlerle Aslı’nın oturduğu tarafa bakmaktan başka bir şey yapmıyordu. En sonunda kendini açıklamaya karar vermiş olacak ki, titreyen sesiyle konuşmaya başladı.
“Özgür, arkadaşına selam veremem. Onunla konuşamam. Onu göremem.”
Söylediklerinin anlamsızlığının, ya da Özgür’e ne kadar anlamsız geleceklerinin farkındaydı. Özgür’ün yüzünü avuçlarının arasına aldı ve gözlerini kendisine çevirdi. Birazdan söyleyeceği cümlenin oğlu tarafından iyice anlaşılması gerekiyordu. Bunu sağlamak için onun tüm ilgisini kendi üzerinde odaklamalıydı.
“Çünkü o gerçek değil…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder