Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Aralık 2011 Salı

"Son Melodi" Bölüm 28

-28-

Özgür evlerinin salonundaki kanepede uyuyordu. Uyandığında ilk iş uzanıp orta sehpanın üzerinde duran cep telefonunu aldı ve saate baktı. Sıkıntılı bir şekilde iç geçirdi ve telefonda bir numara tuşlamaya başladı. Uzun süre telefonun açılmasını bekledi. En sonunda karşı taraf cevap verdi.
“Ece? Nerdesin?”
“Geliyorum birazdan. Berk aradı, ofise uğramam gerekti.”
“Berk’in seninle ne işi vardı ki? Benimle ilgili mi konuştu?”
“Anlatırım gelince.”
Ece’nin sesinden konuşmak istemediğini anlayan Özgür ister istemez sıkıntılı bir ifade takındı.
“Tek izin günümde, üstelik bir Pazar gününde bile görüşemiyoruz. Neyse, madem yoldasın, yarım saate kadar evde olursun herhalde.”
“Trafik yoksa eğer.”
“Tabii, İstanbul’da trafik olmadığı görülmüş şey mi? Tamam, bekliyorum.”
Özgür telefonunu cebine koydu. Elleriyle yüzünü ovuşturdu ve tam olarak uyanmaya çalıştı. Bir süre kıpırdamadan duvarı seyretti. Aklından geçen düşüncelere, kalbinden geçen duygulara kulak asmadan öylece kalakaldı. Tam yüzünü yıkamaya banyoya gidecekti ki salona Aslı girdi.
“Tık, tık, tık.”
            Aslı’yı gören Özgür belli belirsiz gülümsedi.
            “Senin kapıyı çalmana gerek yok ki. Buyur, gel.”
Aslı bu tavır karşısında şaşırmıştı.
“Bazı şeyler değişmeye mi başlıyor. Utanmasan bana ikramda bulunacaksın.”
“Neden olmasın? Ne içersin?”
            Özgür’ün gözlerinden sıkıntısını okuyan Aslı endişeli bir ifadeyle koltuğa oturdu.
“Boş ver şimdi bunları. Neden bu kadar sıkıntılısın?”
“Onun istediğini yapıyor olmama rağmen Ece’yle aramızda inanılmaz bir soğukluk var. Aradaki duvarı bir türlü aşamıyorum. Sanki o bir kırmızı elbise, ben de içine sığmaya çalışıyorum. Ben zayıfladım diye düşünürken kemiklerim gün be gün irileşiyor.”
“Onu kaybettiğini düşünüyorsun.”
“Aynen öyle.”
“Bu seni tahmin ettiğin kadar üzüyor mu?”
“Garip olan da bu.”
Bu cevap Aslı’yı gülümsetti.
“Düşündüğümden daha da çok üzülüyorum.”
Beklediği cevabı alamayan Aslı’nın yüzündeki sinsi gülümseme yerini sinirli bir ifadeye bıraktı.
“Onu kaybettiğinin farkındasın değil mi? Berk onu çoktan kazandı.”
Özgür nereden çıktığını anlamadığı bu fikrine karşı Aslı’ya öfke ve şaşkınlıkla karışık bir bakış attı.
“Ne o? Korkularını mı dile getirmiş oldum? Sence bugün Berk’le sırf seni mi konuştular? Beş dakikada seni nasıl boşayacağını kararlaştırıp daha mutlu konulara geçtiklerinden şüphem yok.”
 “Saçmalıyorsun.”
“Öyle mi?”
“Aynen öyle.  Ne kadar aptalım? Bir karar verip arkasında durabilsem senden sonsuza kadar kurtulacağım ya, yine boş bulunup çenemi açtım. Ben tedavi görüyorum ve-“
            Aslı, Özgür’ün cümlesini bitirmesine izin vermedi.
            “Evet, gördüğüm kadarıyla pek başarılı bir tedavi. Doktorun da işinde bir usta. Seni oyundan eleyip kızı kaptı.”
Özgür artık konuşmak istemiyordu. Daha önce işe yarayan taktiğini yeniden denedi, açtığında Aslı’nın orada olmamasını dileyerek gözlerini sıkıca kapattı.
“Burada değilsin. Git, git…”
Fakat yöntemi bu sefer işe yaramamıştı. Gözlerini açtığında karşısında ona sonsuz bir öfkeyle bakan Aslı’yı buldu.
“Artık hiç olmadığım kadar ciddiyim, git buradan.”
            Aslı’dan herhangi bir tepki gelmeyince onu görmezden gelmeye karar veren Özgür koltuğa uzandı ve sırtını dönerek gözlerini kapattı. Ancak Aslı’dan bu kadar kolay kurtulamayacaktı. Gittikçe sinirlenen Aslı artık sesini kontrol edememeye başlamıştı. Bağırıyordu.
“Tek yaptığın bana gitmemi söylemek. Ben de burada olmak istemiyorum. Belki de istiyorum.”
Kendini kontrol edemedi, gözleri doldu.
“Biz, geçici düzenlemeleriz. Tam anlamıyla bugün varız yarın yokuz. Senin için buradayız. Ben, benden öncekiler, belki de benden sonra gelecekler.”
Özgür tepki vermemekte kararlıydı. Bu durum Aslı’nın daha da çaresizleşmesine, dolayısıyla daha da öfkelenmesine sebep oluyordu.
“Özgür konuş benimle! Ne düşündüğünü söyle. Bana inanıyorsun değil mi? Seni kandırmaya çalışmıyorum. Ece artık yok. Ona daha fazla bağlanmamalısın.”
Özgür cevap vermedi. Neyse ki aralarındaki öldürücü sessizliğin fazla sürmesi gerekmedi. Evin kapısı açıldı ve Ece içeri girerek ayakkabılarını çıkarttı. Ceketini ve elindeki eczane poşetini bir köşeye koyduktan sonra salona girdi. Onu gören Özgür endişeyle Aslı’ya baktı ama o ortadan yok olmuştu.
“Şansıma trafik açıktı. Ama yolda aradılar. Bir saat sonra ofise yeniden dönmek zorundayım. Acil bir durum çıkmış. Sen nasılsın?”
Özgür’ün boş konuşmalarla vakit kaybetmeye niyeti yoktu.
“Berk’le ne konuştunuz?”
“Anlamadım.”
“Anlamayacak bir şey yok. Berk’le ne konuştunuz? Eve gelince anlatırım demiştin. Anlat hadi.”
            Özgür’ün tavrına anlam veremeyen Ece, onunla tartışmak istemediğinden belki, itiraz etmeden anlatmaya başladı.
“Senin tedavinin ne kadar iyi gittiğinden ve çok geçmeden sağlığına kavuşacağından bahsettik. Onun da biraz sıkıntıları varmış. Ben de onu dinledim. Dertleştik.”
            Özgür, küçük bir çocuk gibi dudaklarını büzdü.       
            “Ah, zavallım! Sevişmeniz ne kadar sürdü peki?”
            Ece duyduklarına anlam veremedi önce. Yumruk yemiş gibiydi. Kendini toparlamak için çabaladığı birkaç saniyeden sonra ancak kekeleyerek konuşabildi.
“Ne saçmalıyorsun sen?”
            Özgür sinirden titriyordu.
“Her şey apaçık ortada. Söyle de kurtul. Beni kandırmaya daha fazla devam etme. Beni bırakıp ona gideceksen bir dakika durma. Ben de bir köşede sürüne sürüne ebedi sonuma ulaşırım zaten.”
            Ece kendini çok çaresiz hissediyordu. Ne yapması gerektiğini kestiremiyordu. Özgür bir çeşit sinir krizi geçiriyordu besbelli. Hastalığıyla ilgili bir şey miydi acaba bu?
“Özgür, bir şey mi oldu? Nereden çıktı şimdi bu sorular?”
“Her Berk adı geçtiğinde gözlerinden çıkan parıldamalardan olabilir. Süpermen’in ışınları bile bazen bu kadar etkili olamıyor.”
“Bunu nasıl söylersin? Berk benim iş arkadaşım. Tamam, belki biraz daha fazlası. Ama arkadaşlık sınırını geçecek kadar değil.”
“Bana yalan söylüyorsun. Herkes gibi sen de bana yalan söylüyorsun. Seni dinlemek istemiyorum. Bu kadar büyük bir yalanı sürdürebiliyor olman korkunç bir şey.”
“Büyük bir yalan mı? Büyük bir yalan mı? Sen büyük yalan görmemişsin.”
“Küçükken annemle bütün pembe dizileri mecburen izlemiştim halbuki.”
Özgür’ün her seferinde yaptığı gibi bu konuyu da dalgaya alması Ece’yi çileden çıkarttı.
“Özgür! Bir konuyu da ciddiye al. Beni çıldırtıyorsun bu huyunla. Gerçek olmayan bir şey için bana yaptıklarına bak! Annenin senden gizlediklerini öğrensen başımıza geleceklerden korkmalıyız demek ki.”
Son cümle ağzından çıkar çıkmaz yaptığı büyük hatanın farkına varan Ece dehşetle elini ağzına götürüp kelimelerin çıkmaya devam etmelerini engellemeye çalıştıysa da olan olmuştu artık.
“Sıkışınca eteğindeki taşlar ağır gelmeye başladı galiba? Annem ne gizliyormuş benden?”
            Öfkeli taarruza devam edemeyeceğini anlayan Ece çocuk hastalarıyla konuşurken kullandığı şefkat dolu ses tonuyla konuşmaya devam etme kararı aldı.
“Özgür, bazı şeyleri kurcalamadan bırakman herkesin yararına olur.”
“Sen de bir süre benimle konuşmasan senin yararına olur.”
Özgür hışımla odaydı terk etti, ayakkabılarını giydi ve evin kapısını çarparak dışarı çıktı. Ece gözü yaşlı bir şekilde Özgür’ün arkasından bakakaldı. Birden çok önemli bir şey hatırlamış gibi irkildi, saatine baktı ve telaşla kalkıp ayakkabılarını ve ceketini giydi. Evden tam çıkacakken gözü ayakkabılığın üzerindeki eczane poşetine takıldı. Onu da yanına aldı ve hala Özgür’ün öfkesi üzerinde hissedilen kapıyı yavaşça kapatarak evden çıktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder