Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Aralık 2011 Cuma

"Son Melodi" Bölüm 31

-31-

Müthiş bir kızgınlıkla salondan çıkan Özgür kendini dışarı atmak için derhal sokak kapısına yöneldi. Kapıyı açtı, hatta dışarı bir iki adım bile attı. Ancak gidecek bir yeri olmadığını fark edince eve dönmekten başka yolu olmadığına karar verdi. Kapıyı çarparak annesine görünmeden odasına çıktı. Sinirine hakim olamıyordu.
Özgür evden taşındıktan sonra Sevgi odaya dokunmamış, adeta oğlunun bir gün döneceğini biliyormuşçasına her şeyi aynı tutmuştu. Duvardaki posterler, kütüphanenin karmakarışıklığı, masasının darmadağınıklığı… Her şey aynıydı.
Özgür kendisini yatıştıracak bir şeye ihtiyaç duyuyordu. Pek çok filmde sinir krizi geçiren karakterlerin etraflarında ne var ne yoksa alıp fırlattığını, masalarının üstünü tek hamleyle yere süpürdüğünü izlemişti. İşe yarayacağını umarak benzeri hareketleri tekrarladı. Duvara çarpıp açılan DVD kutuları, yere düşüp kıvrılan kitap sayfaları derdine çare olmadı. Onun bağırıp çağıracak birine ihtiyacı vardı besbelli. Şansı dönmüştü neyse ki, bir anda odanın köşesinde dehşetle kendisini izleyen Aslı’yı fark etti.
“Sana gitmeni söylememiş miydim ben? Artık seni görmek istemiyorum.”
“Bu ne yazık ki benim elimde olan bir şey değil.”
“Ne demek şimdi bu? Benimle oyun oynamaktan vazgeç artık. Git buradan.”
            Aslı’nın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Bardaktan taşan o son damla, sanki somut bir şekilde gözünden akıp gidiyordu işte.
“Yeter artık! Birbirimiz üzerinden yaşadığımızın hala farkında değil misin? Asalak gibi. Annen yıllar boyu sen bir baba figürüne bir daha bu kadar bağlanma diye yalnız kalmış. Eşin seninle baştan bitik olan evliliğini kurtarmak için gerçekten sevdiği adamla birlikte olmaktan geri durmuş. Sen, farklılıkların yüzünden herkesi kendinden uzaklaştırmışsın ve bana bağlanmışsın. Ve…”
Aslı sözlerini tartması gerektiğini hissetti. Titreyen sesini kontrol edemese de, en azından cümlelerini kontrol altında tutmalıydı.
“…Ve ben de sen var olduğun sürece varlığıma devam edebileceğim bilinciyle sana tutsak yaşamışım.”
“Ne demek istiyorsun? Dövüş Kulübü filminde değiliz umarım.”
Aslı, bezgin bir şekilde açıklamasına devam etti.
“Hala anlamadın mı? Ben sen istediğin için, sen istediğin sürece varım. Bu hikayedeki en büyük parazit benim. Bunca insan, bunca karakter aslında sen istediğin için yaşıyorlar ya da yaşadılar. Senin hayal ettiğin gibi. Daha doğrusu senin işine geldiği gibi. Benden önceki arkadaşlarını düşün. Hepsi sende eksik olan bir tarafı tamamlamak için yaratılmış gibiydiler değil mi?”
            Özgür itiraz etmeye yeltendi.
“Yapma ama. Artık hayali arkadaşlarının olmasının ve onların destekleriyle hayata devam etmenin uygun olmadığı bir yaşa geldiğinde ortaya kim çıkıyor? Bendeniz. Yetişkin bir aklın mükemmel kreasyonu. Bir daha başka kimseye ihtiyaç duymana gerek kalmamasını sağlayacak kadar mükemmel biri.”
“Bu doğru değil. Beni gittiğim her yerde takip eden sensin. Seni ben yaratmış olabilirim. Diğerlerini de. Ama böyle olmasını ben istemedim. Evliliğim senin yüzünden bitmenin eşiğine geldi. Kendimi sabote ettiğimi mi söylemeye çalışıyorsun?”
“Seni benim takip ettiğimi nasıl söylersin? Nasıl bu kadar kör olabilirsin ki? Sen üniversiteye girdiğinde ve en sonunda hayatına bir anlamda sıfırdan başladığında ortadan kaybolmayı seçtim. Ortadan kaybolmamı seçtin. Bu, sen Ece’yle evlenene kadar sürdü. Evlendiğin günü düşün. Daha önce annen dışında hiç kimseye böylesine bağlanmayı aklının ucundan bile geçirmemiş olan sen, o gün teoride sonsuza kadar bir kadınla birlikte olmayı kabul etmenin eşiğindeydin. Ve seni onca zamandır uzaktan takip eden ben, durup dururken yeniden ortaya çıktım öyle mi? Komik olma.”
“Asıl komik olan senin evliliğimi mahvetmeye çalıştığını ve beni kendine saklamak istediğini inkar ediyor olman. Buna anlam veremiyorum. Sen değil miydin bana babamın aslında ölmediğini, karımın aslında benim psikologuma aşık olduğunu söyleyen?”
“Peki bunları ben nerden biliyordum? Beni senden başka gören oldu mu bugüne kadar? Ben seninle göbek bağı hala kesilmemiş bir bebeğim. Hala şunun ayırtına varamadın: ben aslında senim. Senin zihnin, düşüncülerin, isteklerin, eksikliklerinim. Evet, olaya bu açıdan bakacak olursak bir dövüş kulübü kurmadığına şükretmeliyim. Bu güzel yüz kaç yumruk kaldırırdı bilmiyorum. Keşke sen de Edward Norton kadar yakışıklı olsaydın, belki işler farklı olurdu.”
İkisi de artık gülmeye başlamıştı. Özgür bu kahkahalarını sinir bozukluğuna bağladı.
“Sen içten içe karının seni aldattığını bilmeseydin bu benim dilimde somutlaşamazdı. Sen, kıyıda köşede göre göre yüzüne aşina olduğun o adamın aslında baban olduğunu zaten anlamış olmasaydın, bu gerçeği benim fark etmem imkansızdı.”
Özgür artık ne söyleyeceğini bilemez bir hale gelmişti. Kontrolsüzce titriyor ve ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
“Benden ne istiyorsun? Artık hayatımda olmaman için ne yapmalıyım?”
“Bu sorunun cevabını bilseydim burada olmazdım. Beni ve yaşadıklarımızı teker teker zihninden sildirebileceğin teknoloji sadece uçuk kaçık filmlerde mevcut ne yazık ki. Tek yapabileceğin artık beni de, anneni de, karını da azat etmek. Hayatındaki kadınlar gitmek için izin istiyorlar senden. Uzun zamandır yalvarıyorlar.”
“Ama madem sen, ben sana ihtiyaç duyduğum için buradasın; o zaman gitmen imkansız. Küçüklüğümden bu yana sizler benim elimde olmadan hayatıma girdiniz. Sizi ben yaratıyordum ama kontrol beynimin erişemediğim bir köşesindeydi adeta. Hayatımda hiçbir şey yoluna girmediğine göre sana olan ihtiyacımın da sonlandığını söyleyemeyiz. Ayrıca annem ve Ece için durum çok farklı. Onlar istedikleri zaman gitmekte ve istedikleri şeyi yapmakta serbestler. Ben hiçbir zaman onların hayatlarını yaşamalarını engelleyecek hareketlerde bulunmadım. Anneme ‘aşık olursan ben sana haber veririm’ demedim. Ece’ye ‘ya benimsin ya da toprağın’ gibi laflar etmedim.”
“Desene o hareketlerin de beyninin bizi ortaya çıkaran ve kontrol eden, kapsama alanı dışındaki bölümünden kaynaklanıyor. Sen ne kadar itiraz edersen et, bu insanlar senin hayatına devam etmen için onlara ihtiyacın olduğunu düşünüyorlar. Bir evin sütunları gibi. Birinin çekilmesi senin yıkılmana yol açacakmış gibi.”
“Ama bu doğru değil… Sanırım…”
“Sorun da bu. Sen bile bundan emin değilsin. Hayatının onlar olmadan nasıl bir hal alacağını bugüne kadar hiç düşünmedin. Bir kez bile. Onların senden uzaklaşmak, yeni şeyler yaşamak isteyebilecekleri aklından geçmedi hiç. Bencilliği bir kenara bırakmayı başaramadın. Oysa tek ihtiyacın olan inanç, güven ve…”
“Peri tozu mu? Saçmalıyorsun. Herkes istediği gibi yaşama hakkına sahiptir. Benle ya da bensiz. Kimseyi zorla kendime bağımlı kılamam, bunu yapmam.”
            Aslı acı dolu bir gülümseme yerleştirdi yüzüne.
“İnanç, güven ve… peri tozu.”
Özgür’e doğru bir adım atar. Özgür hemen geriye kaçsa da bu onu durdurmadı. Onun yüzünü ellerinin arasına aldı ve bakışlarını kendisine çevirdi.
“Bak, ben senin Tinker Bell’in değilim. Sen de benim Peter Pan’im değilsin. Sana sonsuz bir sevgiyle bağlı değilim. Hatta yeri geliyor senden nefret bile ediyorum. Benden çok fazla şey bekliyorsun. Bu saatten sonra sana söyleyebileceğim tek şey, var olmayan ülkenden kafanı çıkarıp gerçeklerle yüzleşmen gerektiği. Artık büyümenin zamanı geldi Peter. Sen ne dersin?”
Özgür ne yapacağını bilmez bir şekilde etrafına baktı. Karar vermeye çalışıyordu. Aslı’nın üzgün bakan gözleri doğru düzgün düşünmesini engelliyordu.
Bunca bağırış çağırış esnasında saçları bozulan, beyaz elbisesinin askısı omzuna düşen Aslı üstünü başını düzeltti.  Artık işi bitmişti. Özgür’ün ona ihtiyacı olmayacağını, iyi kötü onun için yeni bir hayatın başladığını bilerek odayı ve onu terk etmeye hazırlanıyordu. Fakat Özgür birden ayağa kalktı ve onun önünden geçerek odadan dışarı fırladı. Annesinin odasına gitti. Onun ne yapmaya çalıştığına anlam veremeyen Aslı da peşinden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder