-27-
Özgür, artık alışmış olduğu üzere yine bekleme odasında sekreter masasının karşısındaki yerini almıştı. Bu sefer onunla bekleyen kişi elindeki çakmakla oynayarak vakit öldürmeyi tercih ediyordu.
“Dostum, sence bu sandalyeler yanar mı?”
Manadan yoksun bakışlarla Özgür’e bakarak çakmağını çakan adam Özgür’ün ürpermesine sebep oldu. Bir süre karşısındakini tarttıktan sonra çekinerek cevap verebildi.
“Tabii, yanar sanırım.”
Serkan “Ben de öyle düşünmüştüm,” dercesine Özgür’ün cevabını başıyla onayladı ve bir süre kendi başına çakmağıyla oynamaya devam ettikten sonra yeni bir soruyla geri döndü.
“Peki, senin pantolonun kolay yanar mı dersin?”
Bir kere daha çakmağın ucunda parlak bir alev belirdi.
“Sanırım.”
Adam tekrar çakmağıyla ilgilenmeye başladığında Özgür masada duran bir dergiyi can havliyle kaparak meşgul olduğu izlenimini yaratmaya çalıştı. Bunun adamı durdurmayacağını tahmin etmeliydi.
“Şu halıyı ucundan yaksak acaba öbür uca kadar tutuşur mu?”
Sabrının son demlerindeki Özgür mümkün olduğunca sakin bir şekilde cevap verdi.
“Muhtemelen.”
Yine aynı süreç yaşandı. Yaklaşık bir dakika kendi kendine düşünen adam yeni bir soruyla bakışlarını Özgür’e dikti. Ancak Özgür’ün ona konuşma fırsatı verecek sabrı kalmamıştı.
“Eminim bu odadaki her şey cayır cayır yanmaya müsaittir beyefendi.”
“Serkan!”
“Efendim?”
“Adım. Adım Serkan.”
Özgür umursamaz bir ifadeyle başını çevirdi ve yerinden kalkıp sekreterin yanına yaklaştı.
“Berk Bey ne zaman müsait olacak acaba?”
“Ben de tam sizi çağıracaktım. Buyurun.”
Birlikte yürümeye başladılar. Serkan’dan uzaklaştığı her adım Serkan’ı daha da rahatlatıyordu.
“Ben ne zaman gelsem burada başka bir hasta oluyor. Neden hep önce ben giriyorum? Karım da burada çalıştığı için torpilli miyim yoksa?”
“Hayır, bizde torpil olmaz. Öyle tipler randevularına her zaman çok erken gelirler. Burada olmaktan hoşlanırlar. Çünkü belki de bir tek burada ciddiye alınıp, tabirimi mazur görün, adam yerine konuyorlar.”
“Benim hakkımda da mı böyle düşünüyorsunuz?”
Kırdığı potun farkına varan sekreter kızararak suçlulukla gülümsedi.
“Estağfurullah. Sözüm meclisten dışarı.”
Konuştukça batmamak için aceleyle Berk’in kapısını çalan sekreter kapıyı açtıktan sonra hiç beklemeden aynı aceleyle yerine döndü. Özgür odaya girdi, Berk’e selam verdi ve kendini koltuğa bıraktı. Bu odada bir büyü vardı sanki. Koltuğun yumuşaklığında bir davetkarlık hissediyordu nedense. Ama bu Berk’e duyduğu bir güven değildi kesinlikle, daha çok mekanın yarattığı bir hissiyattı sadece.
Berk masasının başından kalkıp Özgür’ün oturduğu koltuğun karşısındaki boş yere geçerken seansın başlamak üzere olduğunu bilen Özgür son kontrollerini yaptı. Hayır, Berk karşısında sinir krizi geçirmeyecekti. Ve hayır, ağlama belirtileri de göstermiyordu. Terapi esnasında kendini tamamen serbest bırakmamanın tedavi sürecini olumsuz etkilediğinin bilincinde olmasına rağmen elinden gelmeyen bir şekilde Berk’e karşı duvarlar örmeye başlıyordu her seferinde. Ona ayrılan bir saat boyunca duvarlar hasar görseler de o güne kadar asla tamamen yıkılmamışlardı. Bir sonraki sefer yeniden en sağlam hallerine döndürülerek tüm saldırılara göğüs gerebilsinler diye yeniden ön saflara yerleştiriliyorlardı.
Berk elindeki defteri açtı, kalemini yazmaya hazır duruma getirdi ve bekler gözlerle Özgür’e bakmaya başladı. Özgür’e konuşmaya başlaması için biraz vakit vermesi gerektiğini artık öğrenmişti. Herhangi bir soru sormadan önce Özgür’ün herhangi bir yönlendirme olmaksızın anlatacak bir şeyleri olsun diye bekliyordu hep. Bazen beklentileri karşılık buluyordu, bazen de bugünkü gibi kendisi konuşmasa bir saat boyunca tek kelime etmeyecek son derece tedirgin bir hastayla baş başa kalıyordu.
Özgür doktorunun işini yapmasını, terapiyi bir soruyla başlatmasını bekliyordu. Dilinin ucunda bir cümle, ne söylemesi gerektiğine bir türlü karar veremez bir şekilde öylece kalakalmıştı. Birden kapı açıldı ve odaya bir çocuk girdi. Etrafına bile bakmadan Özgür’ün ayak ucuna oturdu ve elindeki kovaya küreğiyle sözde kum doldurmaya başladı. Yeterince dolduğuna karar vermiş olacak ki küreği bir kenara bırakarak kovayı Özgür’ün kucağına yerleştirdi. Özgür şaşkın gözlerle çocuğun ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu. Bir açıklama bekleyerek Berk’e baktı. Herhalde hastalardan birinin oğluydu bu gelen. Başka ne olabilirdi ki?
Berk o günün her zamankinden zor geçeceğini Özgür odaya girer girmez anlamıştı aslında. Çok sıkkın görünüyordu. Normalde hastalarını kapıda karşılardı ancak Özgür’ün terapiye başlamadan önce biraz süreye ihtiyaç duyduğunu fark etmişti. İplerin kendi elinde olduğunu hissetmesi için biraz koltukta yalnız başına kalması ve kendini hazırlaması gerekiyordu. Aksi taktirde, Berk ona gerekli gördüğü kalkanları kuşanma fırsatını vermediğinde yani, tamamen içine kapanık, ağzından çıkan her cümle sonunu getirecekmiş gibi ürkek birine dönüşüyordu. Fakat bu sefer kalkanların darbeye karşı dayanıklı olmayacağı çok belliydi. Birkaç seanstır Özgür’ün çözülmeye çok yakın olduğunu hissediyordu zaten. Şimdi karşısında şaşkın bir şekilde ona bakan ve bir şeyler söylemesini bekleyen Özgür çaresizce dururken kararını verdi. Bu seansın kontrolü gerçekten de Özgür’ün elinde olacaktı. O konuşacaktı, Berk değil.
Özgür Berk’in çocuğu dışarı çıkartması için sekretere seslenmesini bekledi durdu. Ne Berk bir tepki veriyordu, ne de çocuk “Kim bu yabancı?” diye başını kaldırıp Özgür’e bakıyordu. Birden Özgür’ün, çaresizlikten belki de, gözleri doluverdi. Hayır, ağlama belirtileri göstermiyordu hani! Birden Berk’in çalışma masasının altından yaşı biraz daha büyük bir çocuk daha çıktı. Bir hışım yerde hala küreğiyle çukurlar kazan küçük çocuğun kolundan tuttu ve onu sertçe kaldırdı. Özgür’ün kucağından kovayı alıp çocuğun eline tutuşturdu. Adeta sürükleyerek odanın kapsına götürdü, kapıyı gürültüyle açtı ve çocuğu odadan dışarı attı. Fakat kendisi çıkmadı. Özgür’ün yanına döndü ve ona göz kırptı. Tanışıyorlar mıydı? Çocuk eliyle Özgür’ün oturduğu koltuğun arkasını işaret etti.
Berk Özgür’ün karşısında ilk defa ağlamasını olumlu bir sonuç olarak değerlendiriyordu. Demek ki gerçek duygularını serbest bırakmaya, ya da en azından artık kontrol edememeye başlamıştı. Bu da tedavide yol kat ettikleri anlamına geliyordu hiç şüphesiz. Berk ister istemez çıkardığı işle ve kendisiyle gurur duydu. Öyle biriydi, biraz ukala, biraz da kendini beğenmiş.
Özgür Berk’in bütün bu olan bitene tepkisiz kalmasına anlam veremiyordu. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da yaşadıklarına bir anlam yüklemeye çabalıyordu. Ama ne ağlamayı kesebiliyordu, ne de olanlara anlam verebiliyordu. Tedirgin bir şekilde çocuğun gösterdiği yöne döndü. Gördükleri karşısında bayılacağını sandı bir an. Aslı siyah elbisesi içinde tüm güzelliğiyle karşısında duruyordu. Yanında Özgür’ün çocukluk arkadaşları beyaz kıyafetleriyle ona bakmaktaydılar. Özgür o ana kadar fark etmediği iki şeyi fark etti şimdi. Daha önce gördüğü iki çocuk da tamamen beyaz giyinmişti, ve evet, sanki onları bir yerden tanıyordu. Onları kesinlikle tanıyordu. Son kez Berk’e dönecek gücü buldu kendinde. Ancak gerisini getiremedi. Yaşlı gözleri elinde olmadan kapandı ve kendini zaten çok da gerçekçi olmayan gerçeklikten uzaklaşırken buldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder