Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

7 Aralık 2011 Çarşamba

"Son Melodi" Bölüm 25

-25-

Özgür bekleme odasındaki sandalyelerden birine oturmuş, randevu saatinin gelmesini bekliyordu. Bekleme odasında ondan başka sadece bir hasta daha vardı. Adam, iyi giyimli ve bakımlı biriydi. Elindeki dergiden zaman zaman kafasını kaldırıp Özgür’ü inceliyordu.  Sonunda dergiyi kapattı ve Özgür’ün yanındaki sandalyeye gelip oturdu.
“Merhabalar efendim. Adım Deniz. Sizinki nedir acaba?”
            Adamın kusursuz tonlamayla konuştuğu kusursuza yakın Türkçe’si Özgür’ü rahatsız etmişti nedense. Adama gülümsemeye çalıştı.
“Özgür.”
“Memnun oldum Özgür Bey. Yanılmıyorsam buraya ilk gelişiniz. Yoksa sizi mutlaka fark ederdim.”
“Buranın müdavimisiniz herhalde.”
“Öyle de denilebilir. Doktor bey her gün beni görmezse rahat edemiyor. Bir on beş dakika uğrar, doktorcuğumun çayını içer giderim. Buradakilerle artık ayrımız gayrımız yoktur. Benim sayılır buralar.”
“Nasıl yani?”
“Babam bu kliniğin sahibidir de.”
Çapkın bakışlarla sekretere dönüp baktı.
“Gördüğün gibi eleman alımlarında da pek başarılıdır.”
Gülerek dirseğiyle Özgür’ü dürttü.
“Sen ne dersin?”
Özgür göz ucuyla sekreteri incelemekten kendini alamadı.
“Başarılıdır eminim ki.”
Özgür konuşmaya devam etmek istemediğini belli etmek için uzandı ve masanın üzerinden ne olduğuna bakmadan bir dergi aldı. Fakat Deniz kolay vazgeçecek biri değildi. Uzandı ve Özgür’ün elindeki dergiyi alarak masanın üzerine bıraktı.
“İki çift laf ediyoruz dost meclisinde. Araya kadın dergisi sokmanın ne alemi var! Eşinizi ne kadar tanıyorsunuz testi. Sence bu testler doğru sonuç veriyor mudur? Bir insanı analiz etmek bu kadar kolaysa buraya para akıtanlar salak mı? Aman cevap verme. Söyleyeceğinden hoşlanamayabilirim.”
Özgür sadece adama bakmakla yetindi. Ne söyleyebileceğini bilmiyordu.
“Bir zamanlar ben de pilottum. Şimdi ne alaka diyeceksin. İnanır mısın, benim uçağım iki kere kaçırıldı. Adamları konuşa konuşa ikna ettim de kimsenin burnu bile kanamadı. Zamanında ben de ikna etme teknikleri üzerine bir kitap yazmıştım da. İyi bilirim bu işleri.”
“Ya, kitabınız satmış mıydı bari?”
“Çok satar olmuştu, Allah seni inandırsın. Daha sonra yayın evine icra geldi de tüm baskılar toplatılmak zorunda kaldı. Sonra hikayenizi filme çekelim dediler, Hollywood’dan bir yönetmen getireceklerdi de ben kabul etmedim. Bana sorarsan kitapların affedersin içine ediyorlar iki saate sıkıştıracağız diye. Kitap okumak varken sinemaya mı gidilirmiş?”
            Özgür, yine zoraki, gülümsedi.
“Ya, öyle hakikaten.”
“Neyse işte. Baktım bu edebiyattan bana ekmek çıkmayacak, siyasete atıldım. Ama görsen, nereye gitsem arkamda bir kalabalık. Bu ülkeyi sen kurtaracaksın nidaları arasında sandığa gittik de, sayımlarda bir karışıklık oldu herhalde, milletvekili seçilemedim.”
“Hay aksi.”
“Sonrasında işte bir holding kuruverdik, babam sağ olsun. Tavuk işine girdim ama kuş gribi çıkınca malum, benim iş de anında yerle bir. Sana bir ağabey tavsiyesi, bu dünyada işe gireceksen dikkatli olacaksın. Yarın öbür gün ne olacağı hiç belli olmuyor.”
“Sözünüzü dinlemeye çalışacağım, teşekkür ederim.”
“Sen neden geldin buraya?”
“Bazı sorunlarım var da, doktorla onları paylaşmak istedim.”
“Aferin, bu konuya açık olman çok iyi bir şey. Herkese karşı böyle dürüst olmalısın işte. O zaman hiçbir sorunun kalmaz hayatta. Ama iyi gördüm seni. İki üç seansa kalmaz işin biter senin. Çok mazi yapmazsın kendine bu sıkıcı yerde. Gerçi işin uzun sürse bizim cebimiz şenlenir, ama seni çok sevdim. Bir an önce iyileşmeni dilerim.”
Sekreter Özgür’ü düştüğü durumdan kurtardığı için ne kadar hayır duası aldığını bilmeden araya girdi ve doktorun onu beklediğini söyledi. Birlikte doktorun odasına doğru yürümeye başladılar.
“Umarım Deniz Bey çok başınızı ağrıtmamıştır.”
“Aksine, eğlendiğimi bile söyleyebilirim.”
“Kim bilir ne masallar anlatmıştır. Kendisi profesyonel bir yalancıdır. Dakika başına on yalan söylediği görülmüştür.”
“Tahmin etmeliydim. Anlattıkları gerçekten de ciddiye alınacak şeyler değildi.”
“Evet, her zaman anlatacak uçuk şeyler bulabilir.”
Sekreter doktorun kapısını çaldı ve kapıyı açtı. Özgür’ü içeri buyur ettikten sonra kapıyı kapattı ve yerine döndü. Berk Özgür’e gülümsedi ve ona koltuğa oturmasını işaret etti. Kendisi de masasından kalkıp Özgür’ün karşısındaki sandalyeye oturdu.
“Hoş geldin Özgür. Nasılsın?”
“İyiyim, teşekkür ederim. Siz nasılsınız?”
“Ben de iyiyim. Biliyorsundur, Ece bana durumundan az da olsa söz etti. Seninle bu konuda ne istersen konuşmaya hazırım. Ya da başka bir şey konuşmak istersen de söylemen yeter.”
“Kusura bakmazsanız pek vakit kaybetmemeyi tercih ederim. Yani, benim gibi delilere sizin uyguladığınız prosedür neyse hemen başlamanızı istiyorum. Ki biliyorsunuz, ben de psikoloji mezunuyum. Az çok bu işten anlarım yani.”
“Bu durum bizim işimize yarayacaktır. Peki, madem direkt konuya girmek istiyorsun… Hayatındaki bazı insanların gerçek olmadığını öğrendiğinde ne hissettiğini konuşalım mı?”
“Kendimi uzay boşluğundaymış gibi hissettim. Kafamı nereye çevirsem aynı boşluğu, aynı karanlığı görüyordum. O zaman anneme pek hissettirmemeye çalıştım. Sizlerden, daha doğrusu bizlerden birinin eline düşmek istemedim. Kendim, kendi yarattıklarımla baş edebilirim sandım. Türklerin klasik “bana bir şey olmaz” felsefesi işte. Radyasyonlu çay mı, bana bir şey olmaz. Arsenik oranı yüksek su mu, bana bir şey olmaz. Hayali insanlar mı, bana bir şey olmaz. “I see dead people” alt tarafı. Film gibi bir şey.”
“İşi espriye vurduğunu görüyorum. Hayatında ters giden şeylere hep böyle mi yaklaşırsın?”
“Gülümsemenin dertlere gölge düşürdüğüne inanırım, evet. Ama bu fikrimin bazı zararları oldu tabii. Mesela birçok şeyi haddimden fazla hafife aldım ne yazık ki.”
“Ve şimdi pişmansın.”
“Evet. Ama bana kalsa bu durum sonlanmazdı. Yani problemlerimle kendim başa çıkmaya, en azından çabalamaya devam ederdim. Ama Ece beni gelmeye ikna etti. Hatta benimle kalması için bunu şart olarak koştu.”
“Ece gibi birine sahip olduğun için çok şanslısın. Bu süreçte birinin arkanda olması, sana destek olması çok önemli. Sen de desteklerin en şahanesine sahipsin. Peki, şimdi onları ne sıklıkta görüyorsun?”
“Onları değil, onu. Yani genelde tek kişi oluyor. en azından bana gerçek olmadığını fark ettiren sadece bir kişi var şu aralar. Aslında, uzun zamandır ondan başkası olmadı. Aslı.”
“Onu ilk ne zaman gördün?
“Dershanedeydim. Bizim sınıfa gelmişti. Gelip benim yanıma oturmuş, çözemediğim bir soruya yardım etmişti. Sorunun formülünü bir türlü hatırlayamıyordum. O, hatırlamamı sağlamıştı. Aslına bakarsan bana çok yardım etti.”
Birden gözleri doldu ve ayağa kalktı.
“İzin verirseniz bugün daha fazla devam edemeyeceğim.”
“Tabii. Seni kesinlikle zorlamayacağım. Ne zaman istersen Ece’ye söyle, yeni bir saat ayarlayalım.”
“Tamam, teşekkür ederim.”
            Özgür odadan çıkıyordu ki Deniz yeniden konuşmaya başladı.
“Özgür, sana son bir şey söylememe izin ver. Lütfen bütün gün evde boş boş oturma. Kendinle baş başa kalman içindeki şeytanların çıkmasına olanak sağlar. Bir iş bul, çalışmaya başla. Yarı zamanlı bile olur. Ne yapmak istiyorsan, neden hoşlanıyorsan onunla ilgili bir meşgale bul kendine. Zorlanmalısın, kendini hayatını düzene sokmaya zorlamalısın.”
Özgür başını salladı, Berk’in elini sıktı ve odadan çıktı. Hemşirenin önünden geçerken Deniz’le göz göze geldi.
“Rahatlamış gördüm seni. Bu doktor bana ne kadar çok yardımcı oldu bilemezsin. Hiç derdim tasam yok.”
Özgür tepki vermeden çıkışa yöneldi. Arkadan Deniz’in sesini hala duyabiliyordu.
“Hemşire hanım, bugün ne kadar güzelsiniz. Bu güne kadar bunu hiç fark etmemiştim. Bu saç modeli size o kadar çok yakışmış ki.”
Özgür hafifçe güldü ve yürümeye devam etti. Bir iş bulmak ona gerçekten iyi gelebilirdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder