Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

6 Eylül 2011 Salı

"Son Melodi" Bölüm 8

-8-

Kantindeki masada on kişilerdi. Yüksek sesli gülüşleri diğer masaları kolayca bastırıyordu. Herkes önündeki çayların tadını çıkarırken sohbet ediyordu. Özgür bir köşede oturmuş, biraz çekingen ama ilgili bir şekilde konuşmaları dinliyordu.
“Desenize çoğumuz ÖSS kurbanı olarak buraya düşmüşüz.”
            Daha önce kendini İrem olarak tanıtan kız şaşkın bir şekilde araya girdi.
“Bu bölüme isteyerek gelen bir tek ben miyim yani?”
Özgür çekinse de kendini tutamadı, elini kaldırdı.
“Ben de hep psikoloji okumak istemişimdir. Hatta... Hatta başka tercih bile yapmadım.”
            Bu arada masaya yeni biri geldi. Yandaki masadan boş bir sandalye çekti ve oturdu.
“Çok şükür be Özgür! Ağzından iki çift laf çıkabildi,” dedi Hasan gülerek. Özgür de ona gülümseyerek karşılık verdi.
            Yeni gelen çocuk Özgür’e şöyle bir baktı ve Hasan’a döndü.
“O da açılacaktır zamanla Hasan, üstüne gitme çocuğun.”
Çocuğu daha önce fark etmeyen Hasan şaşırdı.
“Vay, Memoli. Hiç gelmeyeceksin sandım. Arkadaşlar tanıştırayım, çocukluk arkadaşım Memoli. O da burada hukuk okuyor.”
            Çocuk yüzünü buruşturdu.
            “Sadece iş arkadaşlarım bana Memoli der. Sizler bana, zahmet olacak ama, uzun uzun Mehmet Ali diyebilirsiniz.”
“Oğlum, sen çalışmıyorsun bile. Bırak bu ayakları. Ee senin bölümdekiler nasıl?”
           Mehmet Ali sandalyesini aldı ve Hasan’ın yanına çekti. İkisi kendi aralarında sohbet etmeye başladılar. O sırada masada oturan sarışın, epey rüküş giyimli bir kız ayağa kalktı.
“Ya arkadaşlar. Almanca kursum için kitap almaya gitmem lazım. İstiklal’de bir Alman kitapçısı varmış. Nasıl gidebileceğimi bilen var mı? Henüz her yeri öğrenebilmiş değilim. O kadar çok popüler mekan var ki, onları keşfetmeye çalışmaktan sıkıcı yerlere sıra gelmedi, inanır mısınız şekerler?”
            Masadakiler karşılarında bir uzaylı varmışçasına baktılar kıza. En sonunda aralarından biri kıza cevap vermeye cesaret etti.
“Tüneli biliyor musun? Oraya gelmeden hemen solda.”
“Tünel mi? Hangi tünel?”
Yılmayacaktı.
“Hani ulaşım sağlamaya yarayan şeyler var içinde, böyle karanlık, etrafında mağazalar var falan.”
            “Valla bilemedim şimdi. Biraz daha tarif etsen?”
“Bak şimdi. Taksim ana otobüs durağında indin. İstiklal’den aşağı yürümeye başladın. Galatasaray Lisesi’ni geçtin.”
“O nerede?”
“Ya, sen de hiçbir yeri bilmiyorsun. Sana nasıl anlatsam.”
Davasından vazgeçmeyen bir savaşçı gibi bulunduğu çıkmazdan kurtulmak için düşünmeye başladı çocuk. Başarmalıydı.
“İstiklal’in başından iki Starbucks bir Gloria Jeans geç, kitapçı hemen solda bir yerlerde.”
“Ha, şu yer! Tamam, şimdi çözdüm. Çok sağ ol- Kusura bakma, adın neydi?“
“Burak.”
Kızı başıyla selamladı.
 “Rica ederim.”
            Masadaki herkes kızı inanmaz bakışlarla incelemekte, gülmemek için kendilerini zor tutmaktaydı. Kız herkese öpücük attı.  
            “Hoşça kalın şekerler.”
            Kız gider gitmez masadakiler deminden beri içlerinde tuttukları kahkahayı serbest bıraktılar. Burak düşünceliydi.
“Acaba Starbucks sayısını az mı söyledim?”
Soruya Cansu cevap verdi.
“Bence öyle oldu. En az beş tane vardır. Yani olmalı, yoksa ihtiyaç nasıl karşılanacak?”
            Yüksek sesli bir kahkahadan sonra İrem Özgür’e döndü.
“Ee, Özgür. Demek sen de baştan beri psikoloji okumak istiyorsun. Özel bir sebebi var mı?”
            Özgür kısa bir süre düşündükten sonra soruyu cevapladı.
“Beynimizin nasıl çalıştığını ve niye bazen bize işkence ettiğini hep merak etmişimdir. En havalı hastalıkların da bu alanda olması cabası tabii.”
Masadakiler güldü. Özgür, henüz hiç konuşmamış olan Ece’yle göz göze geldi ve gülümsedi. Sonra İrem’e döner.
“Peki ya sen neden psikoloji istedin?”
“Etrafımda o kadar çok deli vardı ki, tedavi masrafları aileyi çökertmesin istedim. Hepsini birkaç seneye kalmaz iyileştireceğim.”
Hınzır bir gülüşle yanında oturan Cansu’ya döndü.
“Bu da o delilerden biri. Kardeşim. O, kendi tedavisini halledebilmek üzere girdi bu bölüme. Üzerimdeki en büyük yükü aldı yani.”
“İrem, saçmalama! Daha ilk günden bizi böyle mi tanıtacaksın yani?”
“Ne fark eder? Eninde sonunda ortaya çıkmayacak mı nasıl insanlar olduğumuz? Saklamaya gerek görmüyorum.”
“İşte bu yüzden en delimiz sensin. Beni tedavi edecekmiş. Önce sen kendini normale döndürmeyi başar da, beni ölüm döşeğimde ziyaret eder tedavime başlarsın.”
“Dersler başlasın göreceksin gününü. Tek tek tanını koyacağım, bütün sorunlarını deşifre edeceğim senin.”
“Eh, ne diyeyim. İyi şanslar. Ama sana tavsiyem benden uzak durmandır.”
Gözlerini kısar ve sesine gizemli bir ton katar.
“Zihnimin karanlık noktalarına dalanın bir daha çıkabileceğini sanmıyorum.”
            Özgür, yarım kulak dinlediği Cansu’nun söylediklerine güldü ama gözü Ece’deydi. Kız, sıcak bir gülümsemeyle Özgür’ün bakışlarına karşılık verdi. Bu arada saatine bakan Burak bu mutlu anı sonlandırdı.
“Arkadaşlar, şimdiki derse girsek mi? Bence artık hoca gelir.”
            Herkes bu fikre katıldı. Masadan kalkıp sınıfa doğru yürümeye başladılar. Özgür, diğerleriyle arasında biraz mesafe olsun diye adımlarını yavaşlattı. Bunu fark eden Ece de, Özgür’le geride kalabilmek için aynı şeyi yapıyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder