Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

7 Eylül 2011 Çarşamba

"Son Melodi" Bölüm 9

-9-

Sıradaki dersin yapılacağı amfide hali hazırda birkaç öğrenci vardı. Kürsünün önünde bekleyen genç adam Özgür ve arkadaşları amfiye girip yerlerini alınca kapıyı kapattı ve öğrencilere dönerek konuşmaya başladı.
“İlk günden bu kadar kişi bize yeter. Hoş geldiniz arkadaşlar. Ben Yücel Kahraman. Psikolojiye giriş derslerini bu dönem birlikte yapacağız.”
            Öğrenciler adamı ilgiyle dinlemekteydi. En ön sırada tek başlarına oturan iki kız ellerinde kalemleri, not tutmaya hazırlardı bile.
“Derste okuyacağımız kitabı, vize ve finalle ilgili bilgileri iki saat anlatacak değilim. Ders programını internete koyduk. Girip bakarsınız. Ben hiç vakit kaybetmeden derse giriş yapmak istiyorum.”
            Bazı öğrenciler bu haber karşısında sıkıntılarını dile getiren uflamalarda bulundu, bazılarıysa hemen çantalarından defter kalem çıkartarak derse hazırlandı.
“Birçoğunuzun gerçekten isteyerek burada olmadığının farkındayım. Bir hoca olarak hepinizin bu işe gönül verdiğini düşünmeyi isterdim ama kendimi kandırmayacağım. Ama sevginizi kazanmak için elimizden geleni ardımıza koymayız ona göre.”
Burak parmak kaldırdı.
“Burası üniversite arkadaşlar. İkide bir sözümü kesmediğiniz sürece parmak kaldırmadan konuşabilirsiniz. Konuşabilirsin ama önce adını söyle.”
“Adım Burak. Elimizden geleni ardımıza koymayız dediniz de, merak ettim. Dersi verecek sizden başka biri mi var? Programda bir tek sizin adınız görülüyordu da.”
“Aman korkmayın. Kişilik bozukluğum yok çok şükür. Pek oturaklı biri olduğum söylenemez ama bir ben yok benden içeri. Az önce çoğul konuştum. Söz konusu ikinci kişi psikolojiydi. Onun, benden ve anlattıklarımdan bağımsız var olduğu fikri hep hoşuma gitmiştir. Siz de bunu benimserseniz öğrenmeniz ve bölümünüzü sevmeniz kolaylaşır bence. Ona nefretle yaklaşmayın yeter ki.”
            Özgür fark etmeden anladığını gösterircesine başını salladı. Yücel öğrencileri süzdükten sonra konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
“Bugün olaya basitçe girelim isterim. Aranızda psikolojinin ne olduğunu tanımlamak isteyen var mı?”
            Sınıfta derin bir sessizlik hakimdi. Bu durum Yücel’in gülümsemesine yol açtı.
“Tamamıyla doğru bir cevap beklemiyordum zaten. Ama deneseydiniz artı puan alacaktınız, tren kaçtı.”
            Yücel hepsini tek tek hafızasına kazımak istermiş gibi tüm öğrencileri dikkatle incelerken sessizliği bozan bir müzik sesi duyuldu.
“Anlaşılan bazılarının ilgisini yeterince çekememişiz.”
            Sınıftaki öğrencilerden biri kulaklıklarını takmış müzik dinliyordu. Çocuğun yanında oturanlar hemen onu uyardılar. Çocuk alelacele kulaklıklarını çıkartıp müzik çalarını çantasına gizlerken mahcup bir şekilde Yücel’e baktı.
“Özür dilerim hocam.”
“Önemli değil. Bir daha olmasın tabii; ama bu seferlik affedebilirim.”
Bir süre durakladı ve merakına yenik düştü.
“Ne dinliyordun?”
            Öğrenci bu soru karşısında şaşırmıştı.
            “Efendim?”
“Az önce ne dinliyordun?”
            Yücel’in bununla neden ilgilendiğine anlam veremeyen çocuk tereddütle cevap verdi.
“Şeb…Şebnem Ferah.”
“Peki neden o?”
            Çocuk düşünmeye başladı.
“Bilmem, canım onu dinlemek istedi. İnanın bir daha olmayacak.”
“Sakin ol. Benim takıldığım, dersimde müzik dinlemen değil. İlginç olan, Mp3 çalarının içinde kim bilir kaç kişi varken şu anda Şebnem Ferah dinlemeyi tercih etmen.”
            Sınıftaki herkes boş bakışlarla birbirine baktı.
“Niye bu kadar şaşırdınız? Dinlediğiniz müzik ruh halinizle yüzde yüz alakalıdır. Çok mutlu olduğunuzda arabesk dinlemezsiniz. Ama başınıza kötü bir şey geldiğinde “batsın bu dünya” diye şakımaya başlarsınız.”
Yücel’in şarkıyı mırıldanmaya başlaması herkesi güldürmüştü. Nakaratın sonuna gelen Yücel boğazını temizledi ve devam etti.
“Kötü sesim için kusura bakmayın. Ama düşünün. Bu dediğim hepiniz için geçerli değil mi? Arkadaşınızın canı epey sıkılmış olacak ki sırtını sevdiği bir şarkıya dayadı. Eğer mutsuzsa ve belirsizlikler içindeyse “sil baştan başlamak gerek bazen, hayatı sıfırlamak” sözlerinden güç alıyordur. Yok, eğer yeni bir aşka yelken açmışsa bu aralar favori şarkısı “Günaydın Sevgilim”dir. Bu şarkıyı hiç sevmediğimi söylemem beni biraz daha tanımanıza yardımcı olacaktır mesela.”
Az önce boş bakan gözler şimdi parlamaktaydı.
“Hepiniz en sevdiğiniz şarkıyı düşünün. Ya da en sevdiğiniz albümü. Bir başkasının eserine, kendinizi onda gördüğünüz ölçüde bağlanırsınız. Eminim aklınızdan geçen şarkılar sizinle ilgili çok şeyi ele veriyordur.”
            Birkaçı başlarını onaylarcasına salladı. En öndeki kızlar son hız not tutmaktaydı.
“Filmler için de geçerli değil midir bu? Bir karakter gelişimi çalan şarkıyla daha yalın bir biçimde bize geçmez mi? Çocukken bayılarak dinlediğimiz Disney şarkılarını filmlerden çıkarırsak ne karakter gelişimi kalır, ne hikaye anlatımı. Dinlediğiniz müzikleri iyi seçin derim ben. Hayatınızın film müziği sizin genel psikolojinizi birkaç dakikada özetleyiverir. Dandik şarkılar bile bazen sırf bu yüzden, bizi anlattıkları için tutarlar. Şarkılarıyla özdeşleşmiş diziler vardır. Şarkınızı ya yanlış seçer, her şeyi elinize yüzünüze bulaştırırsınız; ya da “Manolya” filmindeki gibi anlamlı göndermelerle şarkınızı dinlettirdiğiniz insanlara mesajlarınızı en güzel biçimde iletirsiniz.”
            Özgür kendi kendine mırıldandı.
“Sen akıllanana kadar, bu sona ermeyecek.”
            Bunu duyan Ece şaşkınlıkla dönüp arkasında oturan Özgür’e baktı. Yücel de Özgür’ü duyanlar arasındaydı.
“Evet! Aramızda sinemayla ilgilenen biri var. Adın ne?”
            Özgür, dikkatlerin birden üzerinde yoğunlaşmasında rahatsız olmuştu. Çekinerek cevap verdi.
“Özgür.”
“Memnun oldum. Şimdi sizi azat edeceğim. Ama önce ev ödevinizi vereyim. İnternetteki ders programında yazan mail adresime en sevdiğiniz şarkıyı yollamanızı istiyorum. Böylece haftaya derse geldiğimde, sizi az çok tanıyor olacağım, inanın bana. Çıkabilirsiniz.”
Dersin başından beri çılgınca not alan kız araya girdi.
“Aaa! Daha zil çalmadı ki…”
            Sınıftan yükselen dalgacı kahkahayı zorlukla bastıran Yücel kıza döndü.                          “Artık üniversitedesin. Ne zili?”
Bu gerçeğin ilk defa farkına varmış gibi yüzü aydınlanan kız başka bir söz söylemeden defterini çantasına yerleştirdi.
“Yeni sisteme alışmanız zaman alacak. Özgür bir eğitime hoş geldiniz. Yani, umarım öyle olur. Hepinize iyi günler.”
            Öğrenciler yavaş yavaş sınıfı boşaltırken Özgür Yücel’in yanına gitti.
“Hocam, sizin en sevdiğiniz şarkı nedir?”
“Bunu sana söyleyemem. Öğretmen öğrenci ilişkisinin de bir sınırı olmalı, değil mi ama?”
Yüzünde büyük gülümsemesiyle bir an duraksayan Yücel aynı soruyu Özgür’e yöneltti.
“Peki ya seninki?”
“Bilmiyorum. Anlattıklarınızdan sonra düşünmek beni korkutuyor. Sanırım bu akşam sorunuzun cevabını ikimiz de öğreneceğiz değil mi? Neyse… İyi günler hocam.”
“Sana da.”
Özgür düşünceli bir şekilde sınıftan çıktı. Tam kulaklıklarını takmak üzereyken Ece arkasından ona yaklaştı ve Özgür’ün koluna dokundu. Özgür korkuyla yerinden sıçradı ve kireç gibi bembeyaz yüzüyle arkasına dönüp baktı.
“Affedersin. Seni korkutmak istememiştim.”
“Önemli değil. Sorun bende. Çok kolay korkuyorum.”
“Merhaba. Ben Ece.”
Bu kısa tanışma sonrası ikisi arasında derin bir sessizlik baş gösterdi. Ece’nin kendisiyle konuştuğuna inanmayan Özgür ne diyeceğini bilemiyordu. Neyse ki Ece’nin söyleyecekleri vardı.
“Manolya! Ben de o filmi çok severim.”
            Özgür bir yandan Ece’ye odaklanmaya çalışırken diğer yandan etraftaki insanları göz ucuyla incelemekten kendini alamıyordu. Sanki herkes ona bakıyormuş gibi hissediyordu. Bu hissiyatı yenmeye çalışarak Ece’ye döndü ve heyecanla konuşmaya başladı.
“Benim en sevdiğim filmdir. Hoca birden ondan bahsedince sevindim. O yaşta öyle bir film çekebilmek herkesin yapabileceği bir şey değil.”
“Bence de. İlk izlediğimde şaşırıp kalmıştım. Büyük bir yönetmenin filmini izlediğim hissine kapılmıştım.”
Özgür sevinçle onayladı. Ece tereddütlü bir şekilde devam etti.
            “Şey… Karnım çok acıktı. Benimle öğlen yemeği yemek ister misin?“
            Özgür kısa süreli bir düşünmeden sonra soruyu cevapladı.
“Tabii!”
            Bu sırada Hasan’ın Özgür’ü çağıran sesi duyuldu. Özgür sesin geldiği yöne baktı ve Ece’ye döndü.
“Hemen geliyorum.”
Hızlı adımlarla Hasan’ın yanına giden Özgür bir an önce geri dönmek niyetindeydi.
“Hadi, yemeğe gidiyoruz.”

Özgür Hasan’ı kolundan tutup kenara çekti. Çok gergin olduğu sesinden anlaşılıyordu. Ece’nin kendisini beklediği yeri işaret etti.
“Oradaki kızı görüyor musun?”
            Hasan, anlamayan gözlerle Özgür’ün gösterdiği yere baktı.
            “Evet.”
            Özgür rahatlamıştı.
“O beni yemeğe davet etti. Kusura bakmazsan öğle yemeğimi onunla yiyeceğim.”
            Hasan’ın gözleri irice açılmıştı.                                             
“Vay! Kankama bak sen. Git tabii! Vay be! Üniversitede kızlar teklif ediyor diyorlardı da inanmıyordum.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder