Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

23 Eylül 2011 Cuma

"Son Melodi" Bölüm 16

-16-

Özgür, bekleme salonunda, sekreter masasının tam karşısındaki koltukta oturmuş, görüşmesinin başlamasını bekliyordu. Giydiği takım elbiseyle kendisini çok yakışıklı ve iyi hissediyordu. Yine de gerginlik tüm hissiyatlarının üzerinde etki gösteriyordu. Özgür elleriyle oynuyordu, arada bir de dayanamayıp tırnaklarını kemiriyordu. Başını kaldırıp sekreter masasının üzerindeki saate baktı. O sırada sekreterle göz göze geldi ve tedirgin bir şekilde gülümsedi. Sekreter de benzer bir gülümsemeyle karşılık verdi. Özgür tavandaki karoları saymaya koyulmuştu ki Aslı gelip yanına oturdu.
“Çok heyecanlı olmalısın.”
Özgür bıkkın bir yüz ifadesiyle dönüp Aslı’ya baktı. Derin bir nefes aldı ve sakinliğini koruyarak cevap verdi.
“Hayır, değilim.”
            Özgür’ün kendisiyle konuştuğunu zanneden sekreter başını bilgisayardan kaldırıp ona baktı.
            “Bir su alabilir miyim diyecektim de.”
            Sekreter elinde su bardağıyla mutfaktan döndüğünde Özgür cep telefonunda Aslı’yla konuşuyordu.
“Bana destek olmaya gelmen büyük incelik. Çok düşüncelisin. Ama gerçekten ihtiyacım yok. Şimdi gidebilirsin. Bir daha gelmemek üzere.”
“Neden benim gitmemi bu kadar çok istiyorsun? Bu kadar mücadelenin sebebi ne?”
            Özgür kızgınlıkla Aslı’ya döndü ve gözlerinin içine baktı. Telefon hala kulağındaydı.
“Şaka mı yapıyorsun? Senin burada olman benim yeniden delirdiğimi gösterir. Tam her şey yoluna girmişken hayatıma yeni bir heyecan mı gelsin istiyorsun, anlamadım ki?”
“Yeniden delirdiğini mi gösterir?”
“Kötü bir Tayfun Güneyer senaryosu gibi her söylediğim lafı bir soru cümlesine çevirmesene.”
“Her söylediğin lafı bir soru cümlesine çevirmeyeyim mi?”
Özgür kızgınlıkla telefonu cebine geri koydu.
“Tamam, tamam kızma. Kusura bakma ama bu delilik safsatalarını dinlemeye zaten pek meraklı değilim.”
            Aslı’yı duymazdan gelmeye çalışan Özgür’ün bu çalışması kendisinden bekleneceği üzere çok uzun soluklu olmadı. Cep telefonu yeniden kulağındaydı.
“Bak sen!”
“Sana göre delilik grip gibi geçen, sonra arada bir seni yeniden yoklayan bir hastalık mı? Ben de geri döndüğümde senin, aldığın eğitim sayesinde değişmiş olacağını umuyordum. Ne kadar aptalmışım! Hala yaşantını aynı yüzeysel toplumsal kurallar üzerinden yürütüyorsun.”
“Bakıyorum sen de görüşmeyeli filozof olup çıkmışsın. Yüzeysel müzeysel fark etmez. Hiçbir toplumda benim durumumun normal karşılanacağını zannetmiyorum. Karşılansa bile ben hayatımı böyle sürdürmek istemiyorum zaten. İpleri elime aldığımı sanıyordum. Sizden tamamen kurtulduğumu düşünüyordum.”
“Demek ki bizi başından atacak kadar güçlü değilmişsin. Ne yazık. Ama şanslısın ki hasta olacak adamın doktoru ayağına geldi. Doğru mu söyledim bu lafı acaba? Tarkan şarkısında duymuştum sanırım bu atasözünü.”
“Öyle mi? O kadar çok atasözü kullanıyor ki eminim atasözleri ve deyimler sözlüğünde bu da karşısına çıkmıştır. Ne yazık ki sana bu konuda yardımcı olamayacağım. Ama müzikten kopmadığını görmek güzel.”
“Tabii, ne sandın? Ne diyordum? Ha! Tam yerindeyiz diyordum. İstersen iş görüşmesine girdiğinde kendi durumundan bahset ve kendine bir hasta randevusu al. Profesyonel yardım işini görecektir.”
“Hayır, almayayım. Düşündüğün için sağ ol.”
“Neden sorunlarını başkasıyla tartışmak seni bu kadar korkutuyor?”
“Bir duvara konuşmanın saatine 75 dolar vermek bana otoban soygunu gibi geliyor.”
“Ama bazen de fıstık gibi olur. Hem o duvar sonrasında sana çok yardımcı olur. Bunu senin daha iyi biliyor olman lazım. Sonuçta yakında insanlar sana bu parayı onları dinleyesin ve yardımcı olasın diye vermeye başlayacaklar.”
“Umarım.”
            Sekreter Özgür’ün yanına gelmiş, konuşmasını bölmeden dikkatini çekmeye çalışıyordu.
“Gitmem lazım. Hoşça kal. Birkaç sene sonra yeniden görüşelim,” diyerek telefonu kapayan Özgür sekretere döndü. 
“Affedersiniz, ama Özkan Bey sizi bekliyor.”
            Özgür ayağa kalktı, sekretere teşekkür etti ve görüşmenin gerçekleşeceği odaya doğru yürümeye başladı. Bir ara arkasına dönüp Aslı’ya baktı. Aslı iki elini yumruk yapmış, baş parmaklarını havaya kaldırmış, kocaman bir gülümsemeyle Özgür’e cesaret vermeye çabalıyordu. Özgür acı bir gülümsemeyle Özkan’ın odasına girdi. Tokalaştıktan sonra Özkan’ın masasının karşısındaki sandalyeye oturdu.
“İyi günler…”
“Özgür.”
“Özgür Bey.”
“İyi günler.”
“Nasılsınız?”
“İyiyim, teşekkür ederim.”
“Bildiğiniz gibi kliniğimize yeni psikologlar arıyoruz. Son zamanlarda inanır mısınız hastalarımıza doktor yetiştirmeye zorlanıyoruz. Türkiye’de artık insanlar sorunlarını bir profesyonele anlatmak konusunda çok açık davranıyorlar. Eski çekinceler silindi gitti gibi.”
“Öyle de olması gerek zaten.”
“Evet, bence de. Yaşamımıza sağlıklı ve mutlu bir şekilde devam etmek istiyorsak içimizdekileri dökebileceğimiz ve yüzde yüz güvenebileceğimiz biri olmalı. Bu durumda bize çok iş düşüyor. İnsanların nasıl sorunları var bir bilseniz. Geceleri rüyasında konuşandan tutun, altını ıslatanına; mevsim değişimini bahane edip yılın on bir ayını depresyonda geçirenden tutun ikide bir intihar etmeye çalışanına; seks bağımlısından tutun eşcinseline… Hepsi sorunlarına çare bulmak için bize başvuruyor.”
            Özgür gülerek kaşlarını çattı.
“Eşcinselliğe karşı bir tedaviniz mi var? Desenize ülkemizi derinden sarsması muhtemel bir hastalığın çaresini buldunuz. Acaba nedir, nedir?” 
            Özkan, Özgür’ün bu çıkışından rahatsız olmuştu. Boğazını temizledi.
“Eşcinselliğin bir hastalık olduğunu söylemek istememiştim. Ama evet, durumlarından memnun olmayan erkekler, ve elbette ki kadınlar da, bizi ziyarete geliyorlar. Özellikle Türkiye gibi bir toplumda durumlarıyla mücadele etmek hiç de kolay değil.”
            Özgür gülümsemesindeki samimiyetsizliği silmeye çalışsa da başaramadı.
“Tahmin ederim!”
“Neyse, kısmet olursa bu konuları daha çok konuşuruz zaten. Bizden beklentilerinizi sormadan önce izin verin önce ben sizden beklediklerimizi anlatayım. Hastalarımız seçkin insanlardır. Tabii ki sizinle paylaştıkları her şey dosyalarınızda bir sır olarak kalacaktır. Elinizdeki bilgileri güç yüzüğü olarak düşünebilirsiniz. Sizden de Frodo kadar sorumluluk sahibi olmanız beklenecektir.”
Özgür, Yüzüklerin Efendisi referanslarını günlük konuşmasına yamamış bir patronu olacağı ihtimalinden çok hoşlandı.
“Hastalarınıza ilaç tavsiye etmekten asla çekinmeyin. Anti-depresanlar kendilerini iyi hissetmelerini sağlıyor. Onlar iyi hissederse, biz de duygusal olarak kendimizi iyi hissederiz. Bilmem anlatabildim mi?”
“Emin olun anlatabildiniz. Bunu iş görüşmesi esnasında söylemem belki yanlış ama ben ilaç kullanımına karşıyım.”
Özkan bu duruma çok şaşırmıştı.
“Nasıl yani?”
“Çok zorunlu kalmadıkça insanları bir maddeye bağımlı kılmanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Sonuçta hepsinin öyle ya da böyle bir yan etkisi var.”
Özkan’ın çatılan kaşları Özgür’ü telaşlandırdı.
“Niye bu kadar şaşırdınız anlamadım. Siz bir de annemi görseniz. Bütün ilaçların sahte olduğunu iddia eder. Hepsinin yağ, un ve şekerden yapıldığını söyler durur. Ben de ona hep madem ellerinde bu malzemeler var, helva yapsalar ya derim.”
            Esprisinin Özkan’ın yüzünde tek bir kas bile oynatmadığını fark eden Özgür ciddileşmeye çalıştı. Ama ciddi Özgür olarak bir cümle bile kurmaya fırsatı olmadı. Özkan yüzünde sahte bir gülümseme, ayağa kalktı ve elini Özgür’e uzattı.
“Görüşmeye geldiğiniz için teşekkür ederim. Ben ortağımla da görüşüp size haber vereceğim.”
Özgür adamın elini sıktı, gülümsedi ve arkasını dönerek odadan çıktı.
“Telefonumun çalmasını sabırsızlıkla bekliyorum.”
Sıkıntıyla üfledi, sekreteri başıyla selamladı ve oraya bir daha dönmeyeceğini bilerek orayı terk etti. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder