Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

1 Eylül 2011 Perşembe

"Son Melodi" Bölüm 3


-3-

            Özgür ve Sevgi yemek masasında karşılıklı oturuyorlardı. Evleri yıllardır bu kadar gergin bir sessizliğe sahne olmamıştı. Duyulan tek ses, duvardaki saatin rahatsız edici tik taklarıydı. Sanki bir şeyler için acele etmeleri gerektiğini salık veriyor gibiydi. Bir şeye yetişmeleri gerektiğini hatırlatıyordu belki de. İkisine de, zamanın durmaksızın ilerlediğini haykırıyordu, ortamın sessizliğini mümkün olduğunca bozarak.
            Özgür masanın ortasında duran kasedeki renkli boncuklardan birkaç tanesini eline almış, oynamaktaydı. Sevgi ise endişeli gözlerle oğlunu izliyordu. Özgür, bir şeyler söylemek için kafasını kaldırdı ama açık ağzından hiçbir kelime dökülmeden tekrar elindeki boncuklarla ilgilenmeye devam etti.
“Bir şey söylemeyecek misin?” diye sordu Sevgi.
Özgür cevap vermedi.
“Özgür?”
Sevgi daha fazla dayanamadı. Bir hışımla sandalyesinden kalktı ve Özgür’ün eline vurarak boncukları yere düşürmesine sebep oldu. Derin bir nefes alarak tekrar sandalyesine oturdu. İlk başta hiç tepki vermeyen Özgür birden sinirle başını kaldırdı.
“Ne söylememi bekliyorsun? Bana resmen deli olduğumu açıklamış bulunuyorsun. Ahmet, Ali, Mustafa… “
Özgür düşünmeye başladı. Başka kimler vardı acaba? Birden gözbebekleri irileşti.
“Can… Can da mı?”
Sevgi, başını onaylarcasına sallayınca Özgür acı bir şekilde güldü.
“O zaman durumu özetlememiz gerekirse, hayatımda senden başka önemsediğim herkes aslında hayal ürünü. Takdir edersin ki bu haberi sindirmem pek kolay olmayacak.“
Sevgi’nin sesi titriyordu.
“Böyle olmaması gerekiyordu. Senin hiç öğrenmemen gerekiyordu.”
            Özgür’ün şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı.
“Nasıl öğrenmeyecektim ki? Kaç sene daha etrafımdaki insanların bana deli muamelesi yapmasının, hala acımasız çocuk dünyasında yaşamamızdan kaynaklandığını düşüneceğimi sanıyordun? Er ya da geç, sohbet ettiğim insanın gerçek olmadığını biri bana söylediğinde veya “Hey Christopher Robin, bugün Winnie ve Piglet gelmedi mi?” diye sorduğunda, benimle aslında dalga geçmediğini ve ciddi olduğunu anlamayacak mıydım?“
            Sevgi suçlu gözlerle oğluna baktı.
            “Umutlarım bu yöndeydi.”
Gülümsemeye çalıştı ama Özgür’den karşılık alamayınca vazgeçti.
“Ya, tabii ki bir gün her şeyin ortaya çıkacağı belliydi. O kadar da aptal değilim, merak etme. Sanırım o günün, bu işle kendin uğraşacağın kadar büyüdüğünde geleceğini umdum sadece. Eh, görünüşe göre dualarım kabul oldu.”
            Özgür, alaycı bir kahkaha attı.
            “Ben olsam o kadar emin olmazdım.”
            Annesine ilk defa bu kadar büyük bir nefretle bakıyordu.
“Külkedisinin üvey annesi bile senden daha iyi bir anneydi. Bir masalın kötü karakterinden betersin ya.”
Konuşmayı kesmek istedi, devam etmeye gücü yoktu. Başını öne eğdi, annesinin kalkıp gitmesini diledi. Ama sonra dayanamadı. Söyleyecekleri bitmemişti.
“Hayatım boyunca insanlar uydurmama neden göz yumdun?”
            Sevgi’nin ses tonunda bir yalvarış seziliyordu. Affedilmek için yalvarıyordu.
“Çünkü tek yapabileceğim buydu. Baban öldükten sonra başladı her şey. Ben sorunun farkına vardığımda elbette ki seni doktora götürdüm. Doktor senin yaşındaki çocuklarda, hele senin gibi babasını kaybedenlerde, bunun normal olduğunu ve okula başladığında bir takım gerçeklerle yüzleşince sorunun kendiliğinden hallolacağını söylemişti. Ama sende durum öyle olmadı. Sen hayali arkadaşlar üretmeye hep devam ettin. Bunun üzerine seni bir iki kere daha doktora götürmeyi denedim ama sen böyle daha mutluydun. Ne benle, ne de akranlarınla iletişime geçiyordun. Oysa arkadaşların, senin acılarını ve endişelerini hafifletiyor gibiydiler. Senin, kendin için yarattığın gerçekliğe müdahale etmek istemedim. Dünyanı sarsmaktan çekindim.”
“Şimdi yaptığın gerçekten de çekincelerini epey gölgede bıraktı, değil mi?”
“Bu seferki aynı değildi. Senin olgunlaşıp bu sorunundan kendi başına kurtulmanı beklemem aptalca olabilir. Hatta biraz daha derinlemesine düşünecek olursak bencillik yapmış da olabilirim.“
“Yok canım! Kendine haksızlık etme. Oğlunun sorunlarıyla uğraşmak yerine ileride kendi halleder demişsin alt tarafı. Hem belli bir yaştan sonra hayat monotonlaşır, ne güzel işte benim oğlumun canı hiç sıkılmaz diye düşünmüş olmalısın.”
            Sevgi özür dilemekten vazgeçmişti sanki. Sinirlendi.
            “Özgür, dalga geçmeyi kes! Sanki ben yeterince şeyle mücadele etmemişim gibi.”
Sustu ve söyleyeceklerini kafasında toparlamaya çabaladı.
“Sen... İlk defa bir kız getirdin karşıma. İlk defa bir kız hayal ettin. Tehlike sinyalleri çalmaya başlamıştı, anlasana. Artık yalanlarıma devam edemezdim.
“Nasıl yani? Yaşadıklarımın tehlikeli olduğuna ancak hayallerim karşı cinsi kapsamaya başlayınca mı karar verebildin?”
“Tehlikeli olduğuna karar vermedim. Sadece… Sadece senin büyüdüğünü ama düzelmediğini fark ettim. Ve bugüne kadar yaptıklarımla seni getirdiğim hali gördüm. Kendimden nefret ettim.“
Sevgi ağlamaya başladı. Özgür annesine acıyarak bakmaktan kendini alamıyordu. Onun elini tutmak için uzandıysa da hemen vazgeçti. Bir şeyler söylemeyi denedi ama başaramadı. Ortamı yumuşatması gerektiğini biliyordu. Yine annesinin sıkıntılarını sırtlanması gerekenin kendisi olduğunu biliyordu. Bu Özgür’ün göreviydi, ve göreve hıyanet etmemeliydi. Güldü.
“Dua et ki eve şişme bir bebek sipariş edip ona aşık olmadım. Onun gerçek olduğu numarası yapmak inan bana çok daha zor olurdu.”
            Sevgi de güldü.
            “Şişme bebek mi? O da nereden çıktı şimdi? İzlediğin saçma sapan filmlerden mi? Hayal gücüne bak. Hep söylüyorum, çok film izliyorsun sen.”
            Özgür bakışlarındaki nefreti sildi, yerine sevecenlik yerleştirdi. Ama yüzündeki gülümsemenin kalıcı olmasını başaramadı.
            “Peki şimdi ne yapacağız? Planlarını alt üst etmek gibi olacak ama ben bu problemle uğraşacak kadar büyümüş hissetmiyorum kendimi.”
“İtiraf etmem gerekirse ben bile bu iş için yeterince büyük değilim. Doktor kapıları aşındırmaktan başka çaremiz yok sanırım. Sonuçta bir hastalığın çözümünün yarısı onu kabul etmek değil midir? Bundan sonrası eminim kolay olacaktır.”
“Hiç zannetmiyorum. Ben kanserim demekle yol yarılansaydı şu an bir sürü akrabam olurdu.”
“Her neyse işte. Bir an önce sana iyi bir doktor bulmalıyız. Acaba seni kliniğe kapatırlar mı? Al işte. Dershane dışında Bakırköy’e niye gidilir diyordun, sorunun cevabını bulduk galiba.”
            Sevgi Özgür’ün gülmesini bekledi, ama beklentisi karşılık bulmadı. Özgür düşüncelere dalmıştı.
“Ben doktora gitmek istemiyorum. Buna hazır değilim. Sorunumu kendim çözmeyi tercih ederim. Bir yabancıya çocukluğum başta olmak üzere tüm hayatımı anlatabilecek kadar olgunlaşmadım sanırım.”
“Olgunlaşmakla ne alakası var bunun?”
“Ne bileyim, ağzımdan öyle çıktı. Kimseye görünmek istemiyorum. Bana biraz zaman tanı. Bunca şeyden sonra sorunumun istediğim yöntemle çözülmesini bekleme hakkım olmalı, değil mi?“
O güne kadar bir anne olarak bir türlü doğru karar veremeyen Sevgi’nin o anda değişmesini beklemek haksızlık olurdu. Değişmedi de zaten.
“Peki, istediğin gibi olsun. Ama şu arkadaşlarından biri benim hakkımda dedikodu yapmaya başlarsa derhal doktorun yolunu tutarız, bilmiş ol. Bir gece yatağımın tepesine elinde bıçakla dikilip bir takım seslerin emirlerini yerine getirmeye çalışmanı istemiyorum.”
“Merak etme. Bir paralel evrenden dünyayı kurtarmam üzere talep gelmediği sürece vahşete başvuracağımı zannetmiyorum. Donnie Darko değilim sonuçta.”
            Özgür neden bahsettiğini annesinin anlamasını beklemiyordu. Ama annesi onu şaşırtacaktı.
“Bak sen! Uyan Donnie Darko. Paralel evreninle burası arasında çok yakında pek bir fark kalmayacak. İkisi de birbirinden kötü bir hal alacak gibi gözüküyor. “
“Eh, en azından biri için ‘kendim ettim kendim buldum’ diyebiliyorum. Ona da şükür. İnsanın Donnie Darko izlemiş annesi olunca bunlar kaçınılmaz oluyor demek ki.”
Özgür masadan kalktı, annesinin az önce yere döktüğü boncukları topladı ve kasenin içine geri koydu. Sandalyesini düzeltti, annesine sarıldı ve başka hiçbir şey söylemeden, sakince odasına doğru ilerledi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder